Site icon İcra Hukuku | İcra ve İflas Hukukuna Dair Her Şey….

Borçlunun alacağını babasına temlik etmesi- Tasarrufun iptali- Ticari örfe dayalı ödeme olgusu- Dava dışı şirketlerin ticari defterlerinde inceleme yapılması gerekir mi?

Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanması zorunlu olduğundan, borçlunun temliknameye dayalı olarak alacağını babasına temlik etmesi işleminin İİK 278/III-1 gereği bağışlama hükmünde kabul edilemeyeceği- Borçlunun temliknameye dayalı olarak alacağını temlik ettiği babası (üçüncü kişi), İİK m. 279/son borçlu oğlunun vaziyetini bilmediğini ispat edemediğinden iptal davasının kabulü gerektiği- Alacağın temliki işlemi, dava dışı şirketlerle yapılmadığından, ticari örfe dayalı ödeme olgusunun somut olayda uygulanmasının mümkün olmadığı, dava dışı şirketlerin ticari defterleri üzerinde inceleme yapılarak temlik işleminden öncesinde ve sonrasında devam eden bir ilişki olup olmadığının incelenmesinin gerekmediği- Temlik işleminin tarafı dava dışı şirket ile davalı üçüncü kişi olmadığından, bu yönde bir araştırma yapılmasına yer olmadığı ve temlik işleminin İİK m. 280/1 ve 3 gereği de iptale tabî olduğu-

1. Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne  ilişkin  karar davalılar vekilleri  tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2.  Direnme kararı davalılar vekilleri tarafından  temyiz edilmiştir.

3.  Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı M. B.B.’ın G. Grubu olarak adlandırılan dava dışı borçlu firmalar ile müvekkili Banka arasında imzalanan nakdi ve gayri nakdi kredi sözleşmelerinin kefili olduğunu, kredilerin ödenmemesi nedeniyle Beykoz İcra Müdürlüğünün 2011/4161 Esas sayılı dosyasından söz konusu şirketlerden G. Mobil Teknolojileri San. ve Tic. A.Ş. hakkında başlatılan icra takibinin kesinleştiğini ancak takiplerden sonuç alınamadığını, davalı borçlunun aciz hâlinde olduğunun takip dosyaları ve haciz tutanaklarından anlaşıldığını, 08.11.2011 tarihi itibarıyla 26.816.090,18 TL üzerinden başlatılan ve %80 kredi faiziyle birlikte yaklaşık 80.000.000,00 TL üzerinde kesinleşmiş alacağının mevcut olduğunu, davalı borçlu M. B.B. ve babası diğer davalı M. K. B.’ın İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/147 Esas sayılı dosyası ile dava dışı .Bank A.Ş. aleyhine açmış oldukları alacak davasının 06.11.2013 tarihinde mahkemece kabul edilerek 6.200.000,00 TL asıl alacak üzerinden fer’îlerle birlikte alacağın .Bank A.Ş’den tahsiline karar verildiğini, kararın henüz kesinleşmediğini, davalı M. B.B.’ın davanın 06.11.2013 tarihinde lehe sonuçlanması üzerine altı gün sonra dava konusunun yarısını 12.11.2013 tarihinde Beşiktaş 19. Noterliğinin 25638 yevmiye sayılı temliknamesi ile davada kendisine isabet eden alacak olan 3.100.000,00 TL’yi fer’îleri ile birlikte diğer davalı M. K. B.’a temlik ettiğini, alacağın temlikinden sonra da davalı M. K. B.’ın İstanbul 35. İcra Müdürlüğünün 2013/28401 Esas sayılı dosyasından .Bank A.Ş. aleyhine İstanbul l6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/147 Esas ve 2013/285 Karar sayılı dosyasından kaynaklanan 46.899.402,36 TL alacağı yasal faizi ile birlikte talep ettiğini, temlik işleminin muvazaalı ve mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 277 vd. maddeleri uyarınca iptale tabî olduğunu ileri sürerek borçlu M. B.B. ile babası M. K. B. arasında Beşiktaş 19. Noterliğinin 12.11.2013 tarihli ve 25638 yevmiye sayılı temlikname ile yapılan tasarruf işleminin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı

5. Davalılar vekillleri ayrı ayrı verdikleri cevap dilekçelerinde; davacı banka alacağının muaccel olmadığını, borcun yeniden yapılandırıldığını, aciz belgesinin sunulmadığını, davalı borçlunun davalı Mehmet’in ortak hesabından alınan paralar ile davacı banka dahil birçok borcun ödendiğini bu kapsamda davalı Mehmet’in Mustafa’dan 127.273.878,79 TL alacaklı olduğunu, temlik işleminin mal kaçırma amacıyla değil gerçek bir borca karşılık olarak yapıldığını, bu durumun davacı Banka tarafından bilindiği gibi G. Grubu Şirketlerinin cari hesap beyanlarının incelenmesi hâlinde de anlaşılabileceğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

İlk Derece Mahkemesi Kararı

6. İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.06.2016 tarihli ve 2015/22 Esas, 2016/207 Karar sayılı kararı ile; davalıların cevap dilekçelerinde ve tüm savunmalarında baba-oğul arasındaki borcun gerçek bir borç olduğu, mal kaçırma niyet ve amacı olmadığı, temlik sözleşmesinin taraflarının baba-oğul olmasının tasarrufun iptali için yeterli olmadığı savunulmuş ise de somut olayda baba-oğul arasındaki borç gerçek borç olsa dahi İİK’nın 280/3. maddesine göre bu durumun tasarrufun iptali için yeterli olduğu, tüm bilirkişi raporlarına göre davalı borçlu M. B.B.’ın malvarlığının kefaret borcunu karşılamaya yetmediği ve bu durumda M. B.B.’ın aciz durumunun ispatlandığı, bu şekilde aciz durumu ispatlandığı için davacı tarafın icra müdürlüğünden alacağı aciz vesikasına ihtiyaç kalmadığı, tasarrufun iptali şartlarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davalılar M. B.B. ile M. K. B. arasında Beşiktaş 19. Noterliğinde yapılan 12.11. 2013 tarihli ve 25638 yevmiye sayılı temliknamenin iptaline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 01.10.2019 tarihli ve 2017/851 Esas, 2019/8709 Karar sayılı kararı ile;

“…Dava İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillere hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre davalılar vekilinin aşağıda belirtilen temyiz itirazları dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Gerçek bir alacağı bulunan alacaklıya borçlunun bir başkasından olan para alacağını temlik etmesi ticari örfe dayalı geçerli bir ödeme aracıdır. Burada önemli olan temlik alanın, bu temliki gerektirir nitelikte ve boyutta borçludan alacağının olduğunun sabit olmasıdır.

Davalı Mehmet vekili, müvekkillinin borçlunun ortağı olduğu G. grubuna ait şirketlere verdiği borçların karşılığı olarak bu temlikin yapıldığını iddia ettiğinden, yapılacak iş, borcun hangi şirkete ne zaman verildiği hususlarının somutlaştırılması sağlandıktan sonra, bu şirketlerin ticari defterleri üzerinde, inceleme yapılarak temlik işleminden öncesinde ve sonrasında aralarında devam eden bir ilişki olup olmadığı, temlik konusu miktar kadar borcun davalı üçüncü kişi tarafından verilip verilmediği ve verilmiş ise buna ilişkin ödeme yapılıp yapılmadığı araştırılarak, oluşacak sonuca göre karar verilmesinden ibarettir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

9. İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.12.2021 tarihli ve 2021/130 Esas, 2021/726 Karar sayılı kararı ile; iptali talep edilen tasarrufun davalılar arasında düzenlenen temliknameye ilişkin olduğu, 12.11.2013 tarihli temliknameyle davalı M. B.B.’ın .Bank A.Ş’den mahkeme hükmüne dayalı olan alacağının yarısını diğer davalı babası M. K. B.’a temlik ettiği, davalıların nüfus kaydına göre baba-oğul oldukları, İİK’nın 278 inci maddesine göre usul ve füru arasında yapılan kazandırmaların karşılıklı dahi olsa alacaklıya karşı bağışlama gibi kabul edildiği, Kanun’da aksinin mümkün olduğu hususunda bir düzenlemeye yer verilmediği, 280/3 üncü maddesinde ise hısımlar arasında yapılan ve alacaklıya zarar verme kastı sebebine dayalı iptal davaları için aksinin ispat edileceğini açıkça belirttiği, davalılar arasında yapılan temlik işleminin İİK 278 inci maddesine göre iptale tabî olduğu, davalılar arasındaki alacak ilişkisinin ve alacağın gerçek olup olmadığının tespitinin Kanun maddesinin uygulanmasına bir etkisinin olmadığı, temlik bir ivaz karşılığında yapılmış olsa dahi kazandırmanın alacaklıya karşı bağışlama olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda baba oğul arasında yapılan temlik işleminin bağışlama niteliğinde ve İİK’nın 278 inci maddesi uyarınca iptale tabî olduğunun kabul edilip edilemeyeceği; temlikin borca karşılık yapıldığının iddia edilmesi karşısında bozma kararında belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. İcra ve İflas Kanunu’nun (2004 sayılı Kanun, İİK) 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası; borçlu tarafından alacaklısını zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen tasarruftan zarar gören alacaklının, borçlunun mal varlığından çıkarmış olduğu mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin, tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlamak ve bu yolla alacağını elde etmek amacıyla açtığı dava olarak tanımlanabilir. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. Bu nedenle iptal davası, taşınmazın aynına ilişkin olmayan, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan nispi nitelikte bir davadır.

13. Kanun’da, borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabî tasarruflar 278, 279 ve 280 inci maddelerde üç grup altında düzenlemiş ise de; bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar sınırlı olarak sayılmadığından hangi tasarrufların iptale tabî olduğu hususu tayini hâkimin takdirine bırakılmıştır. Borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları, alacaklılarından mal kaçırılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz hâlinde yapılan tasarruflar ile alacaklılarına zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır. Bu özellikten ötürü dava dilekçesinde İİK’nın 278, 279, 280 inci maddelerinden hangisine dayanılarak iptal istendiğinin belirtilmesi de zorunlu değildir. Hatta bu maddelerden biri gösterilmemiş olsa bile mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine dayanarak iptal kararı verebilir.

14. Eldeki davaya konu edilen tasarruf işleminin İİK’nın 278 inci maddesinde öngörülen özel iptal sebebi ile İİK’nın 280 inci maddesinde yer alan genel genel düzenleme uyarınca iptale tabî olduğu belirtildiğinden anılan hükümlerin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

15. Kanun koyucu, ispat güçlüğünün önüne geçmek amacıyla İİK’nın 278 inci maddenin üçüncü fıkrasında bazı tasarrufları bağışlama hükmünde saymış ve bu yönde aksi ispat edilemeyen kesin bir karine ön görmüştür. Anılan maddeye göre koşulları oluştuğu takdirde; karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarrufların, ivazlı olmalarına rağmen birinci bent hükmüne göre sonuç doğurup bağışlama kabul edilerek iptal davasına konu edilebileceği hüküm altına alınmıştır.

16. İcra ve İflas Kanunu’nun 278/III-l maddesinde sayılan yakın hısımlar ile borçlu arasında 278/Il maddedeki iki yıl içinde yapılan ivazlı tasarruflar mutlak surette iptale tâbi olduğundan, bunun için alacaklıyı ızrar kasdı aranmaz ve bu tasarrufların iyi veya kötü niyetle yapılıp yapılmadıklarının araştırılmasına gerek yoktur. Buna karşılık, borçlunun, 278/Il nci maddesine göre son iki yıldan önceki dönemde yakın hısımları lehine yapmış olduğu hileli tasarrufların iptali için, 280/I ve Il nci maddedeki şartlar araştırılır (Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2913, s.1404).

17. İcra ve İflas Kanunu’nun 278/III-l inci maddesinde yer alan ve yukarıda ana hatlarıyla açıklanan bu düzenleme somut norm denetimi ile Anayasa Mahkemesi kararlarına konu edilerek, adil yargılanma, ispat ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği gerekçeleriyle belirli yönlerden iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi; 11.07.2018 tarihli ve 2018/9 Esas, 2018/84 Karar sayılı kararı ile “neseben veya”; 16.12.2021 tarihli ve 2021/52 Esas, 2021/97 Karar sayılı kararı ile “karı ve koca ile” ; 26.01.2022 tarihli ve 2021/9 Esas, 2022/4 Karar sayılı kararı ile de “usul ve”, “sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil hısımlar” ibarelerini Anayasa’ya aykırılık nedeniyle iptal etmiş; son iki iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra (22.12.2022 ve 12.01.2023 tarihleri) yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. İptal kararlarının yürürlüğe girmesi ile birlikte 278/III-1 inci maddesinin uygulanacağı hısımlar alt soy, evlatlık ve evlat edinen ile sınırlı olacaktır.

18. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 152/1 ve 3 üncü maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının itiraz yoluna başvuran mahkeme açısından bağlayıcı olduğu ve geriye yürüyeceği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu noktada, iptal kararının görülmekte olan benzer davalara etkisi konusunda değerlendirme yapmak faydalı olacaktır.

19. Bilindiği üzere Anayasanın 153 üncü maddesinin beşinci fıkrasına göre iptal kararları geriye yürümez. İptal kararlarının geriye yürümezliğine ilişkin hükmün temel amacı iptal edilen kanuna veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmüne dayanılarak daha önce yapılan işlemlerin geçerliliklerinin korunmasını sağlamaktır. Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarihli ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında da iptal kararların geriye yürümezliği “Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” şeklinde açıklanmıştır.

20. Bununla birlikte, bu ilkenin mutlak olarak kabul edilemeyeceği ortadadır. Zira yukarıda da değinildiği üzere somut norm denetiminde, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse itiraz yoluna başvuran mahkeme iptal kararını uygulamak zorunda olup bu durumda iptal kararı geriye yürüyecektir; aksinin kabulü hâlinde ise mahkemeler açısından itiraz yoluna başvurulmasının bir anlamı olmayacaktır.

21. Diğer taraftan, Anayasanın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11 inci maddesinde “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” düzenlemesi; “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138 inci maddesinin birinci fıkrasında “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.” ve 153 üncü maddesinin altıncı fıkrasında “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” hükümleri ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 33 üncü maddesinde ise “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke yer almaktadır.

22. Belirtmek gerekir ki, somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almış yargı ve idare kararları saklı kalmak şartıyla geriye yürüdüğünü kabul etmek gerekmektedir. İptal kararlarının geriye yürümemesi “hukuk güvenliğini sağlamak” amacı ile konmuş olduğuna göre, bu ilke yalnızca kesin hüküm hâllerinde ifade eder (Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku (Genel Esaslar), 23. Bası, İstanbul 2019, s. 264, 265;).

23. Yapılan bu açıklamalara göre somut norm denetimi yoluyla verilen Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.

24. Bu noktada usulî kazanılmış hak kavramından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.

25. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu) “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

26. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).

27. Kazanılmış haklar, hukuk devletinin temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabulü mümkün değildir.

28. Bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda ifade edilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).

29. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması durumunda, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukuki olarak değer taşımayacaktır.

30. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilmesi gerekmektedir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, s. 6340; ayrıca HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E, 2004/19 K. ile 20.12.2017 tarihli 2017/5-2575 E., 2017/1906 K.).

31. Bu belirtilenlerin dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, s. 4771 vd.).

32. Somut olayda davalı borçlu M. B.B.’ın .Bank A.Ş’den mahkeme hükmüne dayalı olan alacağının yarısını diğer davalı babası M. K. B.’a temlik ettiği belirtilerek yapılan tasarrufun 278/III-1 inci maddesi gereği iptale tabî olduğu ileri sürülmüş ise de; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanması zorunlu olduğundan, iptal kararı gereğince tasarrufun bağışlama hükmünde kabul edilemeyeceği açıktır. Bu durumda Kanun’da düzenlenen diğer iptal sebeplerinin bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

33. İcra ve İflas Kanunu’nun 280/1 inci maddesinde; malvarlığı borçlarına yetmeyen borçlunun alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebileceği, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmasını, üçüncü kişinin borçlunun karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar kan veya sıhri hısımı, evlat edineni veya evlatlığı ise borçlunun durumunu bildiğinin kabul olunacağı, bunun hilafını üçüncü kişinin ancak 279 uncu maddenin son fıkrasına göre (“Bu tasarruflardan istifade eden kimse borçlunun hal ve vaziyetini bilmediğini ispat eylerse iptal davası dinlenmez.” hükmüne göre) ispat edebileceği düzenlenmiştir.

34. Davalıların baba-oğul olduklarının çekişmesiz olduğu, davalı borçlu hakkındaki icra takibinin ve davalı borçlunun aciz hâlinin kesinleştiği, 12.11.2013 tarihli temliknameyle davalı M. B.B.’ın .Bank A.Ş’den mahkeme hükmüne dayalı olan alacağının yarısını diğer davalı babası M. K. B.’a temlik ettiği, üçüncü kişi davalı babanın temlik borçlusu oğlunun alacaklılara zarar verme kastıyla hareket ettiğini bilen ve bilebilecek kişilerden olduğu ve davalı üçüncü kişinin 279/son maddesi uyarınca borçlunun vaziyetini bilmediğini ispat edemediğinden mahkemece verilen karar sonuç itibariyle doğrudur. Davalılardan M. B.B.’ın müşterek hesaptan Banka’ya yapılan ödeme nedeniyle babası davalı M. K. B.’a borçlandığını ve dava konusu temliki bu sebeple yaptığına dair yapılan savunma karşısında Özel Dairece, temlik edilen alacağın gerçek alacak olup olmadığı yönünde araştırma yapılması gerektiği belirtilmiş ise de; alacaklı bankanın alacağına kavuşamadığı ve zarara uğradığı, temlik işleminin dava dışı şirketler ile yapılmadığı, ticari örfe dayalı ödeme olgusunun somut olayda uygulanmasının mümkün olmadığı gözetildiğinde, dava dışı şirketlerin ticari defterleri üzerinde inceleme yapılarak temlik işleminden öncesinde ve sonrasında aralarında devam eden bir ilişki olup olmadığının incelenmesine de gerek bulunmamaktadır. Zira temlik işleminin tarafı dava dışı şirket ile davalı üçüncü kişi Mehmet değildir. Dolayısıyla, bu yönde bir araştırma yapılmasına yer olmadığına ve temlik işleminin 280/1 ve 3 üncü maddeleri gereği de iptale tabî olduğuna ilişkin mahkeme kararının isabetli olduğu anlaşılmaktadır.

35. Hâl böyle olunca, direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçeyle onanması gerekmiştir.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı (1.266.903,99 TL) harcın temyiz edenlerden alınmasına,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

17.05. 2023 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

HGK. 17.05.2023 T. E: (17)4-237, K: 477

Exit mobile version