1. Taraflar arasındaki “muarazının giderilmesi ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 2. Tüketici Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 28.01.2014 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı bankanın … şubesinden emekli maaşını aldığını, 2013 yılının Aralık ayı başında emekli maaşının dörtte biri üzerine bloke konulduğunu, bu suretle her ay gerçekleşen kesintinin ilgili şubeden çekilen tüketici kredisine dayalı olarak yapıldığının anlaşıldığını, bloke konulan hesap emekli maaşı hesabı olduğundan haciz ve bloke işleminin gerçekleştirilemeyeceğini ileri sürerek blokenin kaldırılmasına ve yapılan kesintisinin iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; taraflar arasında imzalanan tüketici kredisi sözleşmesi ile taahhütname kapsamında davacıya kredi tahsis edilerek kullandırıldığını, davacının emekli maaşından tüketici kredisi kesintilerinin tahsiline muvafakat verdiğini, bankanın rehin, takas, mahsup ve hapis hakkı bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. … 2. Tüketici Mahkemesinin 28.08.2014 tarihli ve 2014/195 E., 2014/1285 K. sayılı kararı ile; taraflar arasındaki kredi sözleşmesinde yer alan takas mahsup talimatının standart olup içeriğinin davacının haklarını iyi niyet kurallarına aykırı olarak zedelediği, davacı aleyhine dengesizlik yarattığı, sözleşme ve talimat içeriğinin müzakere edildiği hususunun davalı banka tarafından ispat edilemediği, sözleşmenin bu hükümlerinin 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) 5. maddesi uyarınca haksız şart teşkil ettiği, tüketicinin maaşına bloke konularak borcu için takas ve mahsup yapılamayacağı ayrıca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 93. maddesi uyarınca da maaşın haczedilemeyeceği gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının emekli maaşına davalı banka tarafından konan blokenin kaldırılmasına, kesilen 1.376,70TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 09.02.2016 tarihli ve 2014/47782 E., 2016/3648 K. sayılı kararı ile; “…5510 Sayılı Yasanın 93.maddesine değişiklik getiren ve 28.2.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 Sayılı Yasanın 32/2-b maddesi gereği, “Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir.” Bu yasa İİK. nun 83/a maddesine göre daha özel düzenleme içerdiğinden takibin kesinleşmiş olması şartıyla 28.2.2009 tarihi ve sonrasında artık borçlunun 5510 Sayılı Yasanın 93. maddesi kapsamındaki gelir, aylık ve ödeneklere ilişkin hacze muvafakati geçerli olacaktır. Bahsedilen yasal düzenlemelerin, haciz, icra takibi olmadan temlik ve taahhütnamelere göre emekli maaşı hesabından kredi ödemeleri yapılmasına ilişkin durumlarda da kıyasen uygulanması gerekir.
Somut olayda bu açıklamalar karşısında 28.2.2009 tarihinden sonraki yasal düzenleme ile emeklinin muvafakati ile emekli maaşı hesabından kesintinin mümkün bulunmasına ve davacının, davalı bankaya verdiği temlik ve taahhütnamelerin muvafakat niteliğinde olmasına göre mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Mahkemece 30.06.2016 tarihli ve 2016/667 E., 2016/648 K. sayılı karar ile ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tüketici kredisinin imzalanması sırasında, kredi borcunun teminatı olarak banka nezdindeki emekli maaşı hesabından virman/takas/mahsup suretiyle ödeme yapılmasının borçlu tüketici tarafından kabul edildiği düzenlemesini içeren sözleşme hükümlerinin geçerli ve tarafları bağlayıcı sayılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle konuyla ilgili mevzuat hükümleri ve ilkelerin açıklanması gerekir.
13. Gerek 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda (İİK) gerekse diğer kanunlarda cebri icraya ilişkin hükümlerin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda öngörülen temel hak ve ilkelere ilişkin düzenlemelere aykırı olmaması gerekir. Bu anlamda özellikle, hukuk devleti, hak arama özgürlüğü, sosyal devlet, adil yargılanma ve hukukî dinlenilme hakkı, eşitlik ilkesi, ölçülülük ilkesi, insan onuru, yaşam hakkının ve kişiliğin korunması, ailenin ve çocukların korunması ve mülkiyet hakkı gibi temel hak ve ilkelerin göz önünde bulundurulması gerekir. Zira Anayasa’nın 2. maddesinde anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralı olduğu ve kanunların anayasaya aykırı olamayacağı; 5. maddede de devletin amaç ve görevleri arasında kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu açıkça hükme bağlanmıştır (Topuz, G.: 5510 sayılı Kanunda Öngörülen Emekli Aylığının Haczedilmezliği Kuralı ve Bu Kuralın Anayasaya Uygunluğu Üzerine Düşünceler, AÜHFD., 65. cilt, 4. sayı, 2016, s. 3019).
14. Alacaklının, borçlunun mal varlığından tatmin edilmesi ilkesi takip hukukunda asıldır ve bu ilkenin sınırları da kanunla çizilmiştir. Bu bağlamda kanun koyucu gerek İİK gerekse bazı özel kanunlarda haczedilemeyecek veya yalnızca bir bölümünün haczi mümkün birtakım mal ve haklar öngörmüştür. Amaç, borçlu ve ailesinin mutlak yoksulluğa düşürülerek ekonomik varlığını kaybedip, Devlet yardımına muhtaç hâle getirilmesine engel olmaktır (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2.b., … 2016, s. 186).
15. Takip hukukunda sorumluluk kural olarak şahsi emeğe değil mala yöneliktir. Dolayısıyla borçlu iktisadi ve sosyal açıdan varlığını sürdürebilmek için şahsi emeğini ortaya koyarak bir gelir elde etmişse bunun üzerine borcun tamamı kadar haciz koymak Anayasa’nın 17. maddesindeki “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” düzenlemesine aykırılık teşkil edecektir (Yavaş, M.: Maaş ve Ücret Haczi, TBB Dergisi, Sayı 84, 2009, s.94).
16. Bu anlamda kanun koyucu birtakım mal ve hakların haczedilemeyeceğini kararlaştırmıştır.
17. İcra ve İflas Kanunu bu konuda kısmen veya tamamen haczedilemezliğe ilişkin bir ayrıma gitmiş ve kısmen haczedilemeyen mal ve hakları 83. maddede;
“Maaşlar, tahsisat ve her nevi ücretler, intifa hakları ve hasılatı, ilâma müstenid olmayan nafakalar, tekaüd maaşları, sigortalar veya tekaüd sandıkları tarafından tahsis edilen iradlar, borçlu ve ailesinin geçinmeleri için icra müdürünce lüzumlu olarak takdir edilen miktar tenzil edildikten sonra haczolunabilir.
Ancak haczolunacak miktar bunların dörtte birinden az olamaz. Birden fazla haciz var ise sıraya konur. Sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemez” şeklinde düzenlemiştir.
18. Kanun’un “Önceden yapılan anlaşmalar” başlıklı 83/a maddesi hükmüne göre ise “82 ve 83 üncü maddelerde yazılı mal ve hakların haczolunabileceğine dair önceden yapılan anlaşmalar muteber değildir.” Önceden feragatin geçersizliğinin nedeni, borçlunun hacizden önceki bir dönemde böyle bir anlaşmanın sonuçlarını ve hacze gelindiğinde kendisine yükleyeceği yükün ağırlığını tahmin edemeyeceğinin varsayılmasıdır. Bu hâlde, borçluyu bizzat kendisine karşı koruma gereği vardır (Kılıçoğlu, E.: İcra Sözleşmeleri, … 2005, s. 130).
19. Bu maddeyle, borçlu ile alacaklının hacizden önceki dönemde aslında haczedilmemesi gereken mal veya hakkın haczedilebileceği konusunda yaptıkları sözleşmelerin geçerli olmayacağı düzenlenmiştir. Anılan düzenleme sadece icra takibinin kesinleşmesi sonrası bu yönde yapılan sözleşmeleri değil, icra takibi yapılmadığı durumlarda da sözleşmelere borçlunun haczi mümkün olmayan mal veya haklarına bloke konulması ve kesinti yapılması sonucunu doğuran muvafakatlerin de geçersiz olacağına ilişkin emredici bir hüküm niteliğindedir.
20. İcra ve İflâs Kanunu’nun 82. maddesinde ise tamamı haczedilemeyen mal ve haklar düzenlenmiş olup bu hükümdeki mal ve haklar borçlu ve ailesinin yoksul kılınıp sonuçta Devletin sosyal yardımına muhtaç bırakılmaması ve borçlunun ekonomik varlığını devam ettirebilmesi düşüncelerine dayanılarak haczedilemez olarak kabul edilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre “mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar” haczedilemez.
21. İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir [İİK, m. 82/son (ek fıkra 02.07.2012 tarihli, 6352 sayılı Kanun, m. 16)].
22. İcra ve İflâs Kanunu’nun 82/1. maddesinde belirtilen özel kanunlarında haczedilemeyeceğinin kararlaştırıldığı hak ve alacaklardan biri de 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda düzenlenmiştir. Buna göre sigortalılara ve hak sahiplerine bağlanan gelir, aylık ve ödeneklerin Sosyal Güvenlik Kurumu’nun 88. maddeye göre tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez (5510 s. K., m. 93/1).
23. Anılan maddenin devamına 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Kanun’un 32. maddesiyle; “Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir.” ibaresi eklenmiştir. Bu hüküm ile icra takibinin kesinleşmesi sonrasında takip alacaklısının borçlunun emekli maaşı üzerine haciz konulması talebinin kabul edilebilmesi, borçlunun muvafakati şartına bağlanmıştır. Borçlu hacze muvafakat etmez ise haciz talebi reddedilecektir.
24. Gelinen aşamada bu hükmün konuluş amacı irdelenmelidir.
25. İcra ve İflas Kanunu’nun 82. maddesine eklenen ve yukarıda 21. bentte bahsi geçen düzenleme öncesi dönemde; İİK’nın 79. maddesi hükmüne göre icra memurlarının haciz talebine konu mal veya hakkın haczinin mümkün olup olmadığını denetleme imkânı bulunmadığından SGK gelir, aylık ve ödenekleri de haczedilmekte, sonrasında takip borçlularının haczedilemezlik şikayetleri icra mahkemeleri önüne taşınıp Kanun’un açık hükmü gereği emekli maaşları üzerine konulan haciz kaldırılmaktayken; gerek Kurum gerekse icra daireleri ve mahkemeleri nezdinde gereksiz iş yüküne neden olan bu duruma son vermek için 5510 sayılı Kanun’un 93/son düzenlemesi getirilmiştir. Söz konusu hüküm icra takibinin kesinleşmesinden sonraki aşamayla ilgili olup kıyas yoluyla takip ve haciz öncesi dönemdeki sözleşmelerle borçlunun emekli maaşına kredilerin ödenmesi amacıyla bloke konulmasına veya kesinti yapılmasına yönelik verdiği muvafakatlere uygulanamaz.
26. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı Kurum emeklisi, davalı bankadan tüketici kredisi kullandığı sırada banka nezdinde aldığı emekli maaşından takas ve virman suretiyle tahsilat yapılmasına muvafakat etmiş, kredi taksitleri bir süre sorunsuz ödenmiş ancak davacı daha sonra ödeme güçlüğüne düşmüş, kredi taksitlerini ödeyememiştir. Banka sözleşmedeki bu düzenlemeden hareketle emekli maaşının dörtte birine bloke koyarak kredi borcuna mahsup etmiştir. Ne var ki İİK’nın 83/a maddesi gereğince haczedilemezlikten önceden feragat geçersiz olup henüz hakkında herhangi bir icra takibi başlatılıp maaşından haciz suretiyle borcun ödenmesine izin verildiği yönünde davacının iradesinin açıkça ortaya konulduğundan da bahsedilemeyeceğinden kredinin alınması sırasında takas ve mahsup yönünde verilen muvafakat da geçerli sayılmaz. Direnme kararındaki bu yöne ilişkin kabul bu nedenle haklı ve yerindedir.
27. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında eldeki davada takip aşamasına geçilmemiş olduğundan İİK hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı, uyuşmazlığın bu nedenle sözleşme ve tüketici hukuku hükümleri çerçevesinde çözümlenmesinin gerektiği, sözleşme özgürlüğü çerçevesinde emekli maaşını garanti göstererek kredi kullanan ve bu suretle başka bankalara olan borçlarını kapatarak ekonomik fayda sağlayan ancak sonrasında borcunu ödemeyen tüketicinin maaşından sözleşme gereğince ödemesi gereken taksit tutarının çok daha altında ve emekli maaşının dörtte biri oranında kesinti yapılmasının hukuka uygun olduğu, taraflar arasındaki sözleşme ve buna ek olarak alınan taahhütnamede kararlaştırılan takas ve mahsup düzenlemesinin haksız şart niteliği taşımadığı, sosyal devlet ilkesi çerçevesinde tüketicilerin de kanun koyucu tarafından korunduğu, buna rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde haksız şart iddiasında bulunulmasının hukuk önünde korunmayacağı, aynı hususların Hukuk Genel Kurulunun 07.03.2018 tarihli, 2017/13-2899 E., 2018/420 K. sayılı kararında da benimsendiği, Özel Daire kararının bu nedenle haklı ve yerinde olduğu, direnme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
28. Diğer taraftan dava tarihi 28.01.2014 olduğu hâlde, direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 27.05.2016 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
29. Sonuç olarak usul ve yasaya uygun direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü gereği uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.06.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı vekili 28.01.2014 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı bankanın … şubesinden emekli maaşını aldığını, 2013 yılının Aralık ayı başında emekli maaşının 1/4’ü üzerine bloke konduğunu ve her ay kesinti gerçekleştiğini, kesintinin ilgili şubeden çekilen tüketici kredisine dayalı olarak yapıldığının anlaşıldığını, bloke konulan hesap emekli maaşı hesabı olduğundan haciz ve bloke işleminin gerçekleştirilemeyeceğini ileri sürerek blokenin kaldırılmasına ve yapılan kesintisinin iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; taraflar arasında imzalanan tüketici kredisi sözleşmesi ile taahhütname kapsamında davacıya kredi tahsis edilerek kullandırıldığını, davacının emekli maaşından tüketici kredisi kesintilerinin tahsiline muvafakat verdiğini, bankanın rehin, takas, mahsup ve hapis hakkı bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece sözleşmenin ve takas mahsup talimatının standart olup içeriğinin davacının haklarını iyi niyet kurallarına aykırı olarak zedelediği, davacı aleyhine dengesizlik yarattığı, sözleşme ve talimat içeriğinin müzakere edildiği hususunun davalı banka tarafından ispat edilemediği, sözleşmenin bu hükümlerinin 6502 sayılı Kanun’un 5. maddesi uyarınca haksız şart teşkil ettiği, tüketicinin maaşına bloke konularak borcu için takas ve mahsup yapılamayacağı ayrıca 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesi uyarınca da maaşın haczedilemeyeceği gerekçesiyle davanın kabulüyle, davacının emekli maaşına davalı banka tarafından konan blokenin kaldırılmasına, kesilen 1.376,70TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyiz itirazları üzerine Özel Dairece, “…5510 sayılı Yasanın 93. maddesine değişiklik getiren ve 28.2.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 sayılı Yasanın 32/2-b maddesi gereği, “Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakatı bulunmaması hâlinde, icra müdürü tarafından reddedilir.” Bu yasa İİK. nun 83/a maddesine göre daha özel düzenleme içerdiğinden takibin kesinleşmiş olması şartıyla 28.2.2009 tarihi ve sonrasında artık borçlunun 5510 sayılı Yasanın 93. maddesi kapsamındaki gelir, aylık ve ödeneklere ilişkin hacze muvafakati geçerli olacaktır. Bahsedilen yasal 21/2 düzenlemelerin, haciz, icra takibi olmadan temlik ve taahhütnamelere göre emekli maaşı hesabından kredi ödemeleri yapılmasına ilişkin durumlarda da kıyasen uygulanması gerekir. Somut olayda bu açıklamalar karşısında 28.2.2009 tarihinden sonraki yasal düzenleme ile emeklinin muvafakati ile emekli maaşı hesabından kesintinin mümkün bulunmasına ve davacının, davalı bankaya verdiği temlik ve taahhütnamelerin muvafakat niteliğinde olmasına göre mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…” şeklindeki gerekçeyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı üzerine Mahkemece tüketicinin maaşına bloke konularak borcu için takas ve mahsup yapılamayacağı, 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesi uyarınca maaşın haczedilemeyeceği İİK’nın 83. maddesinde hacze muvafakatin düzenlendiği, davaya konu blokenin ise taraflar arasında imzalanan sözleşme uyarınca yapıldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tüketici kredisinin imzalanması sırasında, kredi borcunun teminatı olarak banka nezdindeki emekli maaşı hesabından virman/takas/mahsup suretiyle ödeme yapılmasının borçlu tüketici tarafından kabul edildiği düzenlemesini içeren sözleşme hükümlerinin geçerli ve tarafları bağlayıcı sayılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26’ncı maddesinde “Sözleşme özgürlüğü” başlığı altında bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 27’nci maddenin birinci fıkrasında ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.
Dolayısı ile taraflar kanunun belirlediği sınırlar dahilinde sözleşme yapabileceklerdir.
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) “Sözleşmedeki haksız şartlar” başlıklı 6’ncı maddesinde (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, m.5) düzenlenmiştir.
Bu madde içeriğine göre “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.”
Anılan maddenin üçüncü fıkrasında tüketici ile müzakere edilmeme kavramı “Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir.” şeklindeki anlatımla açıklanmıştır.
Tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan bu tip düzenlemelerin yaptırımı maddenin ikinci fıkrasında “tüketici için bağlayıcı değildir” denilmek suretiyle kanun koyucu tarafından ortaya konulmuştur.
Nitekim bu durum, paralel düzenleme içeren 6502 sayılı TKHK’nın 5’inci maddesinin ikinci fıkrasında da “Tüketiciyle akdedilen sözleşmelerde yer alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri geçerliliğini korur.” hükmü ile düzenlenmiştir.
Tüketici sözleşmelerinde haksız şart teşkil ettiğinin kabul edilebilmesi için de birtakım şartlar gereklidir.
17.06.2014 tarihli ve 29033 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik’in 5’inci maddesinin birinci fıkrasına göre; “Tüketici ile kurulan sözleşmelerde yer alan bir şartın haksız şart olarak kabul edilebilmesi için;
a) Tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilmesi,
b) Tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olması,
unsurlarının bir arada bulunması gerekir.”
Sözleşmeye müzakere edilmeden konulan bir hükmün haksızlığını denetleyen hâkimin ana ölçütü dürüstlük kuralıdır. Dürüstlük kuralına aykırı olarak ileri sürülmesi hâlinde , haksız şart olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Somut uyuşmazlıkta davacı başka kredilerini kapatmak için davalı bankadan kredi kullanmış,sözleşme öncesi bilgi formu tarafına verilmiş ve tüketici olan davacıya sözleşme haricinde ek taahütname imzalattırılmıştır.
Hâl böyle olunca yukarıda yapılan açıklamalar da gözetildiğinde taraflar arasındaki bahsi geçen sözleşme düzenlemelerinin haksız şart teşkil ettiği kabul edilemez.
Yerel mahkemece 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu çerçevesinde emekli maaşlarının haczedilmesinin mümkün olmaması nedeniyle banka işleminin hukuka aykırı olduğu belirtilmiş olmasına göre söz konusu mevzuat hükümlerinin ve cebri icra kavramının kısaca irdelenmesi gerekir.
Özel hukuktan kaynaklanan borçların, borçlu tarafından rızayla ifa edilmemesi hâlinde alacaklının alacağının tahsil edilmesi için devletin cebri icra organlarına başvurması modern hukuk sistemlerinde kural olup, kendiliğinden hak almak (ihkak-ı hak) yasaklanmıştır. Ancak devletin cebri icra organları vasıtasıyla alacaklının alacağı tahsil edilirken, alacaklı, borçlu ve takiple ilgili üçüncü kişiler de etkilenebilmektedir. Bu nedenle cebri icra faaliyeti yerine getirilirken, menfaatleri çatışan alacaklı ve borçlu arasında bir denge kurulması, aynı zamanda takiple ilgili üçüncü kişilerin ve kamunun da menfaatlerinin korunması gerekir. Söz konusu dengenin ve menfaatin korunması ise ülkede hukukî barışın ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunacaktır (Topuz, G.: 5510 sayılı Kanunda Öngörülen Emekli Aylığının Haczedilmezliği Kuralı ve Bu Kuralın Anayasaya Uygunluğu Üzerine Düşünceler, AÜHFD., 65. cilt, 4. sayı, 2016, s. 3018).
Cebri icrada kural; alacaklının, borçlunun mal varlığından tatmin edilmesi ilkesidir ve bu ilkenin sınırları da kanunla çizilmiştir. Bu bağlamda kanun koyucu gerek 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda gerekse bazı özel kanunlarda haczedilemeyecek veya yalnızca bir bölümünün haczi mümkün birtakım mal ve haklar öngörmüştür. Amaç, borçlu ve ailesinin mutlak yoksulluğa düşürülerek ekonomik varlığını kaybedip, Devlet yardımına muhtaç hâle getirilmesine engel olmaktır (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2.b., … 2016, s. 186).
Eldeki uyuşmazlıkla sınırlı olarak konuya bakıldığında; İİK’nın 83’üncü maddesinin birinci bendinde “Maaşlar, tahsisat ve her nevi ücretler, intifa hakları ve hasılatı, ilama müstenit olmayan nafakalar, tekaüt maaşları, sigortalar veya tekaüt sandıkları tarafından tahsis edilen iratlar, borçlu ve ailesinin geçinmeleri için icra memurunca lüzumlu olarak takdir edilen miktar tenzil edildikten sonra haczolunabilir.”; ikinci bendinde ise “Ancak haczolunacak miktar bunların dörtte birinden az olamaz. Birden fazla haciz var ise sıraya konur. Sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemez” denilmek suretiyle düzenlenen kısmen haczedilemeyen mal ve haklar arasında sayılan maaş kavramının içine emekli aylıkları da girmektedir.
Bütün sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplayan 5510 sayılı Kanun’un 93’üncü maddesinde sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri ile sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Sosyal Güvenlik Kurumu nezdinde doğan alacaklarının devir ve temlik edilemeyeceği düzenlenmiştir. Ne var ki bu düzenleme, sigortalının uhdesine geçen gelirin sigortalı tarafından tasarrufunu kısıtlayıcı mahiyette olmayıp Kurumun yalnızca bu Kanun çerçevesinde borçlu olduğu kişiyle muhatap olması, Kuruma karşı alacaklı sıfatının değiştirilmemesi amacına yöneliktir.
Yine aynı maddenin devamında “Gelir, aylık ve ödenekler 88. maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez” hükmü ile İİK’nın 83’üncü maddesinin a bendi ile de haczi caiz olmayan veya kısmen haczedilebilen mal ve hakların (m.82, 83) haczolunabileceğine ilişkin önceden yapılan anlaşmaların muteber olmayacağı düzenlemesi mevcut ise de, somut olayda herhangi bir haciz işlemi değil, sözleşmenin âkidi tarafından borcun ifa biçimine ilişkin karşı âkide verilmiş bir yetki söz konusudur. Kaldı ki, Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği üzere 28.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 sayılı Kanun’un 32’nci maddesi ile değişik 5510 sayılı Kanun’un 93’üncü maddesinin birinci fıkrası ile borcun icra takibi ile tahsili yoluna başvurulmuş olması hâlinde dahi borçlunun muvafakati ile hacze devam edilmesine imkân tanınmıştır.
Aksi yönde bir değerlendirme, emekli maaşı dışında geliri ve bu surette teminat gösterebileceği herhangi bir mal varlığı bulunmayan tüketiciyi, tacir olmakla alacağının tahsili imkânını kuvvetlendirmek istemesi makul olan banka karşısında güç duruma düşürecek, günümüz sosyo-ekonomik koşullarında emeklinin sahip olduğu nakdi varlıklar dışında hareket etmesine imkân bırakmayacaktır.
5510 sayılı Kanun’un 93’üncü maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile getirilen “Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması hâlinde, icra müdürü tarafından reddedilir” şeklindeki düzenleme ile ahde vefa göstermesi umulan borçlunun haczedilmezlikten feragat etmesine izin verilmek suretiyle kuralın aksi yönde serbestçe tasarruf imkânı yaratılmıştır.
Kanun koyucu ekonomik yönden eşit olmayan taraflar arasında zayıf olanı korumaya yönelik düzenlemelerle, ki bu tip yasal düzenlemeler doktrinde nispi emredici norm olarak tanımlanır (Ö., B.: Medeni Hukukun Temel Kavramları, … 2009, s. 21), sosyal adaleti sağlama ve koruma görevini yerine getirir.
Somut uyuşmazlıkta tüketici, çekeceği kredinin ödeneceği ihtimalini banka gözünde kuvvetlendirir şekilde emekli maaşını mal varlığının bir parçası olarak göstermiş, bu inançla hareket eden banka, kredi tutarını nakden ve peşinen davacı hesabına yatırmış ve davacı da aldığı kredi ile başka bankalardaki borçlarını ödemiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında; tüketici hukuku anlamında somut olayda haksız şart teşkil eden herhangi bir uygulaması söz konusu değildir. Öte yandan emekli maaşından başka bir gelirinin olmadığı yönündeki genel kabulden dolayı zayıf tarafı daha da zayıf hâle getirmeme saiki ile korunan emekli, kendi iradesi ile imzaladığı kredi sözleşmesi çerçevesinde kavuştuğu ve sosyo-ekonomik ihtiyaçları doğrultusunda harcadığı meblağı yine emekli maaşı ile ödemek zorunda olduğunu bilebilecek durumdadır. Bu noktada yerel mahkemenin emekli maaşının haczine ilişkin düzenlemelere dayandığı gerekçesi yerinde değildir.
Bunun yanı sıra tüketici, tahsis edilen kredi tutarını bloke konulan tarihe kadar düzenli ödemiş, herhangi bir itirazda bulunmamışken eldeki dava ile bankaca maaşına konulan blokenin kaldırılması istemi iyi niyetle bağdaşmamakta ve bu talebi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2’nci maddesi gereğince hukuken korunamayacaktır.
Sonuç olarak, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulması gerektiğini düşündüğümüzden, çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
HGK. 24.06.2021 T. E: 2017 / 1980, K: 829