HGKTebligat

Davacı vekiline çıkarılan tebligatın daimi çalışan olduğu ispat edilemeyen avukat adına tebliğinin usulsüz olduğu

Davacı vekiline çıkarılan tebligatın daimi çalışan olduğu ispat edilemeyen avukat adına tebliğinin usulsüz olduğu- Davacı vekilinin katıldığı ancak ertelenen duruşma gününün yazılmadığı celse zaptında her ne kadar “Taraflara HMK’nın 186. maddesi gereğince tahkikat aşamasında önümüzdeki celse sözlü yargılamaya geçilebileceği, hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceğinin ihtarına davalıya çıkacak tebligata da dercine” ifadesi yazılmış ise de, henüz bilirkişi raporlarının temin edilmediği, raporların taraflara tebliği ve rapora karşı beyanların alınması sürecinin tamamlanmadığı anlaşılmakla tahkikat aşamasının bittiğinden bahsedilemeyeceği- Mahkemece işlemden kaldırma kararı verildiğinde henüz tahkikat aşamasının tamamlanmadığı, zapta “sonraki celse sözlü yargılamaya geçilebileceği” dercedilmekle karışıklığa yol açıldığı, meydana gelen bu durumdan davacı aleyhine sonuç çıkarmanın doğru olmayacağı, zapta yazılması unutulan duruşma tarihinin ne olduğunu belirten davacı vekiline çıkarılan tebligatın usulsüz olduğu gözetildiğinde, davacı vekilinin celseden haberdar olduğu ve duruşmaya bilerek katılmadığı sonucuna varılamayacağı-

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın açılmamış sayılmasına ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkili sigorta şirketi tarafından sigortalı, dava dışı … adına kayıtlı aracın 12.07.2003 tarihinde karıştığı trafik kazası sonucu hasara uğradığını, hasarlanan aracın onarımı için davalıya ait … Otomotiv isimli servise teslim edildiğini ancak yapılan kontroller sırasında yenisi ile değiştirildiği iddia edilen faturalardaki parçaların değiştirilmediğinin, araç onarımında çıkma ve yan sanayi ürünü parçaların kullanıldığının, bazı parçaların ise düzeltilerek tekrar araç üzerine takıldığının tespit edildiğini ileri sürerek haksız ve hukuka aykırı şekilde fazladan tahsil edilen 6.639TL sigorta tazminatının ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı cevabı:

5. Davalı vekili; davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.03.2014 tarihli ve 2006/47 E., 2014/119 K. sayılı kararı ile; dosyanın en son 03.10.2013 tarihinde işlemden kaldırıldığı, bu tarihten itibaren taraflarca üç ay içinde yenilenmediği gerekçesiyle davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 150. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Özel Dairenin Bozma Kararı :

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 30.11.2015 tarihli ve 2015/11288 E., 2015/19178 K. sayılı kararı ile;

“…Somut olayda; yargılama sürerken 02/04/2013 tarihli duruşmada gelecek duruşma tarihinin duruşma tutanağına yazılmadığı, daha sonra tutanak tutularak, yeni duruşma günü ve saati tutanağa yazılmasa da duruşma defterinden ve sistemden 03/10/2013 tarihine ertelendiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Duruşmanın 03/10/2013 tarihinde ve saat 9.30’da yapılacağına ilişkin “HMK.’nın 186.maddesi gereğince tahkikat bitmiş olup, önümüzdeki celse sözlü yargılamada hazır bulunmadığınız takdirde yokluğunuzda hüküm verileceği ihtar olunur” açıklamasını içeren davetiye, davalıya yöntemine uygun şekilde tebliğ edilmiş ise de; davacıya yapılan davetiye tebliği, davacı vekili olduğuna dair vekaletnamesi ya da yetki belgesi bulunmayan muhtemelen davacı vekili ile aynı büroda çalışan davada sıfatı bulunmayan bir avukata yapılmış ve anılan davetiyeye herhangi bir açıklama ya da uyarı da yazılmamıştır.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “tebligat”, “taraf teşkili”, “adil yargılanma” ve “hukuki dinlenilme hakkı” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.

Yetkili makamlar tarafından bir takım hukukî işlemlerin, bunların hukukî sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukukî dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır.

Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.

Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, Tebligat Kanununda açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.

Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır. (HGK.23.11.2011 gün ve 11-554 Esas-684 Kararı) 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27.maddesinde; “Hukuki dinlenilme hakkı” düzenlenmiştir. Buna göre, davanın taraflarının yargılama ile ilgili bilgi sahibi olma, açıklama ve ispat hakkı bulunmaktadır. Maddenin gerekçesinde açıklandığı üzere bu hak Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. İddia ve savunma hakkı olarak da bilinen bu hak, tarafların yargılama konusunda tam bilgi sahibi olmalarını, açıklama ve ispat hakkını tam ve eşit olarak kullanabilmelerini, yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermelerini zorunlu kılmaktadır. Hakim, tarafları dinlemeden veya açıklama ve ispat hakkını kullanmaları için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez. (HGK.’nun 2009/52 Esas- 2009/105 Karar sayılı kararı)

Olayımızda, yeni duruşma gününün bildirilmesi için gönderilen davetiyenin davacıya tebliği usulüne uygun olmadığı ( Tebligat Yasası 17. maddesi ) gibi bir açıklama, uyarı da içermemektedir. Bu nedenle, davacının hukuki dinlenilme hakkının kısıtlandığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece; yeni duruşma günü, davacıya, usulüne uygun tebliğ edilmeden ve bu şekilde taraf teşkili sağlanmadan, duruşmaya katılma ve hukuki dinlenilme hakkını kullanma imkanı tanınmadan, yokluğunda yargılamaya devam edilerek, takip edilmediği gerekçesi ile; davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemenin 22.11.2016 tarihli ve 2016/209 E., 2016/406 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, ertelenen duruşma günü zapta yazılmayan 02.04.2013 tarihli celsede davacı vekilinin hazır bulunduğu, duruşma gününün kendisine tefhim edildiği, eksikliğin fark edilmesi üzerine gerekli düzeltmenin zaptın altına işlendiği, tefhim edilen duruşma gününün davacı vekilinin adresinde Av. … imzasına tebliğ edilerek bildirildiği, tebligatı alanın avukat olduğu ve yapılan bildirime rağmen 03.10.2013 tarihli celsede davacı vekilinin hazır bulunmadığı, bu nedenle dosyanın işlemden kaldırıldığı ve üç aylık süre içerisinde de yenilenmemesi üzerine 28.03.2014 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada dosyanın işlemden kaldırılmasının ve üç aylık süre içerisinde yenilenmemesi üzerine davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, “tebligat”, “usulsüz tebligat” kavramlarının açıklanması gerekmektedir.

13. Öncelikle belirtmelidir ki, tebligat bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak kanun ve yönetmelikte (tebligatın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Tebligat Tüzüğünde) emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.

14. Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve yönetmeliğin amacı, tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hâl böyle olunca, kanun ve yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.

 15. Tebligatların, Tebligat Kanunu’na ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak düzenlenip tebliğe çıkarılması gerektiğinden, Kanun veya yönetmeliğe uygun düzenlenmeyen veya tebliğ edilmeyen tebligat usulsüz tebligattır.

 16. Önemle belirtilmelidir ki tebligatın, 7201 sayılı Kanun ile Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte emredildiği gibi yapılmasına yönelik şekli özelliği nedeniyle usulüne uygun yapılıp yapılmadığının re’sen dikkate alınması gerekmektedir.

 17. Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2019 tarihli ve 2015/21-781 E., 2019/338 K.; 15.10.2019 tarihli ve 2017/21-243 E., 2019/1061 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

18. Tebligat Kanunu’nun “Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası” başlıklı 17. maddesi;

“Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” hükmünü içermekte olup, maddenin eski hâlinde geçen “birlikte oturan ailesi efradından” ibaresi, 19.03.2003 tarihli ve 4829 sayılı Kanunla “aynı konutta oturan kişilere” şeklinde değiştirilmiş ve metne işlenmiştir.

19. Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Meslek ve sanat erbabına tebligat” başlıklı 26. maddesinde de;

”Belirli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenlere, o yerde de tebligat yapılabilir.

Muhatabın işyerinde bulunmaması hâlinde tebliğ, aynı yerde sürekli olarak çalışan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.

Muhatap, meslek veya sanatını konutunda icra ediyorsa, kendisi bulunmadığı takdirde memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Bunlardan hiç birinin bulunmaması durumunda tebliğ, aynı konutta sürekli olarak oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

20. Mevcut düzenlemeler dikkate alındığında belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde bunlara yapılacak tebliğ, o kişinin aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine yapılmalıdır. Bir başka deyişle muhatabın daimi çalışanı şeklinde yapılan tebligatın geçerli olabilmesi için, muhatap adına tebligat yapılan kişinin gerçekte muhatabın daimi çalışanı olması ve muhatabın bulunamaması hâlinde ise yukarıda mevzuatta belirtilen şekli işlemlerin yerine getirilerek tebligatın yapılması gereklidir. Aksi takdirde yapılan tebligat usulsüzdür.

21. Eldeki davada, yargılama devam ederken, henüz bilirkişi raporlarının beklenildiği bir aşamada davacı vekilinin katıldığı 02.04.2013 tarihli celsede, tutanağa gelecek celse tarihi işlenmeksizin “taraflara HMK’nın 186. maddesi gereğince tahkikat aşamasında önümüzdeki celse sözlü yargılamaya geçilebileceği, hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceğinin ihtarına (ihtarat yapıldı) davalıya çıkacak tebligata da dercine,” hususları yazılmış, sonrasında celse zaptının altına ertelenen duruşma tarihinin ve saatinin yazılması suretiyle düzeltme yapılmıştır. Davacı vekiline çıkarılan davalı vekilinin 02.07.2013 tarihli beyan dilekçesi ile ertelenen duruşma gününün 03.10.2013 olduğuna ilişkin tebligatın ise 17.07.2013 tarihinde davacı vekilinin adresinde “Av. …” adına tebliğ olduğu anlaşılmaktadır.

22. Yukarıda açıklanan nedenlerle, ertelenen duruşma gününün 03.10.2013 olduğuna ilişkin davacı vekiline çıkarılan tebligatın daimi çalışan olduğu ispat edilemeyen Av. … adına tebliğinin usulsüz olduğu açıktır. Keza, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.02.2019 tarihli ve 2017/1287 E., 2019/90 K. sayılı kararı ile stajyer avukata yapılan tebligatın dahi geçersiz olduğu vurgulanmıştır.

23. Yapılan tespitten sonra, davacı vekilinin bulunmadığı ve davalı vekilinin de davayı takip etmediğini belirttiği 03.10.2013 tarihli celsede mahkemece verilen işlemden kaldırma kararının yargılamanın hangi safhasında verildiğinin incelenmesi önem arzetmektedir. Bunun için yargılamanın aşamalarına kısaca değinmek yerinde olacaktır.

24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ilk derece yargılamasında yazılı yargılama usulü beş aşamadan oluşacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Bunlar; 1-Dilekçeler aşaması (HMK m. 118-136), 2-Ön inceleme (HMK m. 137-142), 3-Tahkikat (HMK m. 143-293), 4-Sözlü yargılama (HMK m. 184-186), 5-Hükümdür (HMK m. 294).

25. İlk aşama olan dilekçeler aşaması talep ile başlar. Mahkemenin bir davaya bakabilmesi için davacının talebi şarttır. Bu talep dava dilekçesi ile yapılır ve dava, dilekçenin kaydedilmesi ile açılmış sayılır. Bu şekilde genel yargılamanın ilk aşaması olan dilekçelerin verilmesi aşaması da başlamış olur. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra mahkemece ön incelemeye geçilir. Ön inceleme aşamasında, nihai karara varılmaz veya taraflarca ön inceleme aşamasında dava konusunun tümü hakkında sulh olunamaz ise tahkikat aşamasına geçilir. Ön inceleme aşamasının sonunda düzenlenen tutanak esas alınmak suretiyle tahkikat yürütülür. Tahkikat aşamasında tarafların ileri sürdükleri vakıaların doğru olup olmadığı araştırılır ve tespit edilir.

Davanın en uzun aşaması çoğu zaman tahkikat aşamasıdır. Tahkikat aşamasının sona ermesinden sonra yani dava dosyasının tekemmül etmesinden sonra sözlü yargılama aşamasına geçilir. Taraflar tahkikat aşamasının sonucuna göre iddia ve savunmalarını gözden geçirirler ve bu husustaki son sözlerini söylerler. Bu aşama da tamamlandıktan sonra mahkemenin hüküm vermesi gerekir.

26. Tahkikat aşamasına değinmek gerekirse; hâkim tarafların dilekçelerinde ileri sürdükleri iddia ve savunmaları ve bunların ispatı için gösterilen delilleri inceleyip bitirince, tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için duruşmada hazır bulunan taraflara söz verip, onları dinledikten sonra, tahkikatı gerektiren hususun kalmadığı anlaşılınca tahkikat aşamasının sona ermiş olduğunu taraflara tefhim eder (HMK m. 184) ve sözlü yargılama aşamasına geçilir (HMK m. 186). (Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder/ Taşpınar Ayvaz, Sema/ Hanağası, Emel; Medeni Usul Hukuku, 6. Baskı, Ankara 2020, s. 478).

27. Somut olayda, davacı vekilinin katıldığı ancak ertelenen duruşma gününün yazılmadığı 02.04.2013 tarihli celse zaptında her ne kadar “Taraflara HMK’nın 186. maddesi gereğince tahkikat aşamasında önümüzdeki celse sözlü yargılamaya geçilebileceği, hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceğinin ihtarına (ihtarat yapıldı) davalıya çıkacak tebligata da dercine” ifadesi yazılmış ise de, yargılamanın geldiği safahat incelendiğinde henüz bilirkişi raporlarının temin edilmediği, raporların taraflara tebliği ve rapora karşı beyanların alınması sürecinin tamamlanmadığı anlaşılmakla tahkikat aşamasının bittiğinden bahsedilemez.

28. Mahkemece işlemden kaldırma kararı verildiğinde henüz tahkikat aşamasının tamamlanmadığı, 02.04.2013 tarihli zapta sonraki celse sözlü yargılamaya geçilebileceği dercedilmekle teveşşüşe (karışıklığa) yol açıldığı, meydana gelen bu durumdan davacı aleyhine sonuç çıkarmanın doğru olmayacağı, zapta yazılması unutulan duruşma tarihinin 03.10.2013 olduğunu belirten davacı vekiline çıkarılan tebligatın usulsüz olduğu, dolayısıyla davacı vekilinin 03.10.2013 tarihli celseden haberdar olduğu, duruşmaya bilerek katılmadığı sonucuna varılamayacağı açıktır.

Mahkemece bu şekilde işlemden kaldırma ve akabinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi, Özel Daire bozma kararında da işaret edildiği üzere, HMK’nın 27. maddesinde düzenlenen ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan “hukuki dinlenme hakkı” na aykırılık teşkil eder.

29. Sonuç itibariyle, Mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
30. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.01.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

HGK. 20.01.2022 T. E:2019/3-115 , K:28

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu