2022 YılıHGKTasarrufun İptali

Davalı borçlunun taşınmazının davalı üçüncü kişiye satması- (Muvazaa) TBK 19’a dayalı olarak açılan dava- Davacının hukukî yararı- Takibe konu borcun ödendiğine ilişkin savunma- İİK. 283’ün kıyasen uygulanması-

Davacı alacaklının alacağının tahsili için TBK 19’a dayalı olarak açtığı davada, davacının hukukî yararının olması içini davalı borçlunun taşınmazının davalı üçüncü kişiye sattığı tarihte bir alacağının olmasının gerektiği- Mahkemece davalının “takibe konu kira borcunun ödendiğine” ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı (kirayaveren) ile (kira borcuna kefil) davalı borçlu ve dava dışı asıl kiracı şirketin banka kayıtları ile ticarî defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığı tarihe kadar ödenmemiş kira borcunun bulunup bulunmadığının tespit edilmesi gerektiği- Tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu yok ise “davanın reddine” karar verilmesi, tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu var ise “bu miktar ile sınırlı olarak davacıya İİK. 283/1. maddesi gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi” gerektiği- Yerel mahkemece “icra takibinin davalı borçlu yönünden şeklen kesinleştiği, menfi tespit davası açılmamış olduğuna” değinilmişse de, ödeme savunmasında bulunan diğer davalı icra takibinin tarafı olmadığından menfi tespit davası açamayacağı, direnme gerekçesinin icra takibinde üçüncü kişi olan davalıya sirayet etmeyeceği- “Dava İİK 277 vd. maddelerine göre açılan tasarrufun iptali davası olduğundan buna göre değerlendirme yapılması gerektiği, davanın TBK 19’a göre açıldığının kabulü hâlinde dahi bu dava sonucunda İİK 283’ün kıyasen uygulanamayacağı” şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-

1. Taraflar arasındaki “muvazaa nedeniyle iptal” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı H. E. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı H. E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı (borçlu) D. E.’un alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla adına kayıtlı villa ile dava dışı taşınmazını 19.08.2008 tarihinde davalı H. E.’e çok düşük bedelle sattığını, ancak villanın hâlen borçlu ve ailesi tarafından kullanıldığını, satış işleminin muvazaalı olduğunu ileri sürerek satış işleminin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18. maddesi gereğince iptaline, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 283/1. maddesinin kıyasen uygulanarak 350.041,53TL alacak yönünden haciz ve satış yetkisi tanınmasına, takip konusu alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı H. E. vekili cevap dilekçesinde; davanın, İİK’ya göre açılan tasarrufun iptali davası olarak nitelendirilmesi gerektiğini, iptal koşullarının bulunmadığını, davanın süresinde açılmadığını, takip konusu alacağın zamanaşımına uğradığını, tasarrufun borçtan önce yapıldığını, borçlunun aciz hâlinde olmadığını, dava konusu taşınmazı inşaat hâlinde ve rayiç bedelle aldıklarını, eksik işleri müvekkilinin tamamladığını, taşınmazın 03.05.2010 tarihinde borçlunun eşine kiralandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı borçlu D. E. vekili cevap dilekçesinde; davanın İİK’nın 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğunu, süresinde açılmadığını, aciz hâlinde olmadığını, davacılara yirmi sekiz aylık kira borcunun olduğunu, 2009 yılı Şubat ayına kadar takip konusu kira borcunun ödendiğini, tasarrufun borçtan önce yapıldığını, satışın gerçek bir satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

7. Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.01.2014 tarihli ve 2011/259 E., 2014/11 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın tapudaki satış bedeli ile bilirkişi tarafından belirlenen rayiç değeri arasında misli fark bulunduğu, taşınmazın satışına rağmen borçlu ve ailesi tarafından kullanılması nedeniyle dava konusu satış işleminin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın satışına ilişkin 19.08.2008 tarihli devir işleminin muvazaalı olduğunun tespiti ile davacıların alacağını tahsil için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı H. E. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 26.01.2016 tarihli ve 2014/10003 E., 2016/944 K. sayılı kararı ile;

“…Dava TBK’nun 19 madddesi gereğince muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal istemine ilişkindir.Kural olarak 3.kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü danışıklı bir hukuki işlem ile 3.kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak 3.kişinin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan alacaklı olması ve danışıklı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir.

Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır.Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Muvazaaya dayalı iptal davasında davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir.Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.

Somut olayda davacıların alacağının Bursa 5.İcra Müdürlüğünün 2011/2486 sayılı takip dosyası gereğince davacıların miras O. Ö. tarafından dava dışı E. T. Uluslararası Nakliyat Oto Sanayi ve Tic.Ltd.Şti’ne kiralanan ve davalı D. E.’un müştereken ve müteselsilen kefil olarak imzaladığı kira sözleşmesi gereğince ödenmeyen 1.7.2008-1.5.2011 tarihleri arasındaki 35 aylık kira alacağına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.Davalı borçlunun süresini geçirerek icra müdürlüğüne verdiği dilekçesi ile yargılama sırasındaki savunmasında takip konusu kira borcunun 28 aylık olduğunu 2009 yılı Şubat ayına kadar kira borcunun banka aracılığıyla ödendiğini savunduğunu ve bu konuda banka kayıtlarını delil olarak bildirdiği anlaşıldığından Mahkemece davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı O. Ö. ile davalı D. E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığı 19.8.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunup bulunmadığı hususunda rapor alınması tasarruf tarihinine kadar ödenmemiş kira borcu yok ise davanın reddine,aksi takdirde tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu var ise bu miktar ile (11.7.2008-19.8.20008 arası kira borcu miktarı kadar)sınırlı olarak davacıya İİK’nun 283/1 madde gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetli görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuş, bozma neden ve şekline göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

10. Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.03.2019 tarihli ve 2018/473 E., 2019/118 K. sayılı kararı ile; dava konusu icra takibine süresinde itiraz etmeyen, kesinleşen takip hakkında icra takibinde belirtilen borca karşı kabul etmediği borç miktarı yönünden menfi tespit davası açmayan ve mahkemenin bozmadan önceki kararını temyiz etmeyen icra takip borçlusu D. E. yönünden davacılar murisinin alacağının sabit olduğu, davanın tasarrufun iptali davası olduğu borçlu tarafından açılmış bir menfi tespit davası olmadığından dava konusu icra takip konusu otuz beş aylık kira bedeli alacağının borçlu D. E. yönünden hukuken kesinleşmiş olduğu, hukuken kesinleşen icra konusu alacak yönünden davalı borçlu D. E.’un yedi aylık kira borcunu 2009 yılı Şubat ayına kadar ödendiğine dair itirazının BK’nın 18 ve İİK’nın 283/1. madde hükümleri gereğince açılan tasarrufun iptali davasında incelenmesinin hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı süresi içinde davalı H. E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı, bu kapsamda, davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı O. Ö. ile davalı D. E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticarî defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığı 19.08.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

14. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 18. [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK 19.)] maddesinde; “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de “muvazaalı işlemler” denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa; “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.” Muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.

15. Muvazaa, mutlak muvazaa, nispi muvazaa gibi çeşitli türlere ayrılır. Tarafların gerçekte bir işlem yapmayı düşünmemelerine rağmen, sırf üçüncü kişilere karşı onları aldatmak amacıyla, işlem yapmış gibi gözükmek için, görünürde bir işlem yapmalarına “mutlak muvazaa” denir. Nispi muvazaada ise; taraflar aralarında yaptıkları bir sözleşmeyi kendi iç iradelerine uymayan ve dışarıya karşı yaptıkları başka bir işlemle gizlerler. Eş söyleyişle, nispi muvazaada taraflar görünürdeki işlem arkasında gerçek iradelerine uygun olmayan gizli bir işlem yaparlar. TBK’nın 19. maddesi ile sadece nispi muvazaa düzenlenmiş olup, bu maddede mutlak muvazaa hükme bağlanmamıştır (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 370).

16. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören üçüncü kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukukî işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Üçüncü kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesini önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Muvazaalı işlemler ile kendisinin zararlandırıldığını ileri süren davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Çünkü muvazaa onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Muvazaalı işlemin hiçbir hüküm doğurmayacağı, muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya bir zaman geçmesiyle görünüşteki işlemin geçerli hâle gelmeyeceği kuşkusuz bulunduğundan muvazaa iddialarında zamanaşımı söz konusu olmaz. Davacının iddiasını kanıtlaması hâlinde iddianın dava konusu şeyin aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK’nın 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının dava konusu şeyi haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekmektedir.

17. İcra ve İflas Kanunu’nun 277 vd. maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. BK’nın 18. maddesine göre dava açılabilmesi için davacının İİK’nın 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasından farklı olarak davacının kesinleşmiş bir alacağa dayalı olarak kesinleşmiş icra takibi ve aciz belgesi varlığı da ön koşul değildir. Ancak davacının bu davayı açmakta hukukî yararı olması için davalıdan bir alacağının olması ve muvazaalı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir.

18. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıların alacağının Bursa 5. İcra Müdürlüğünün 2011/2486 E. sayılı takip dosyası gereğince davacıların murisi O. Ö. tarafından dava dışı E. T. Uluslararası Nakliyat Oto Sanayi ve Tic. Ltd. Şti’ne kiralanan ve davalı D. E.’un müştereken ve müteselsilen kefil olarak imzaladığı kira sözleşmesi gereğince ödenmeyen 01.07.2008-01.05.2011 tarihleri arasındaki otuz beş aylık kira alacağına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Davalı borçlunun süresini geçirerek icra müdürlüğüne verdiği dilekçesi ile yargılama sırasındaki savunmasında takip konusu kira borcunun yirmi sekiz aylık olduğunu, 2009 yılı Şubat ayına kadar kira borcunun banka aracılığıyla ödendiğini savunmuş ve bu konuda banka kayıtlarını delil olarak bildirmiştir. Her ne kadar mahkemece icra takibinin davalı D. E. yönünden şeklen kesinleştiği, menfi tespit davası açılmadığı, anılan davalının kararı temyiz etmediği gerekçesi ile direnme kararı verilmiş ise de; ödeme savunmasında bulunan diğer davalının icra takibinin tarafı olmadığı menfi tespit davası açamayacağı, direnme gerekçesinin icra takibinde üçüncü kişi olan davalıya sirayet etmeyeceği, davacının muvazaa davasını açmakta hukukî yararının olması için davalıdan satış işleminin yapıldığı tarihte bir alacağının olmasının gerektiği, muvazaa olgusunun mahkemece re’sen araştırılacağı gözetilmeden eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiştir. Açıklanan nedenlerle mahkemece davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı O. Ö. ile davalı D. E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticarî defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığı 19.08.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcunun bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişi raporu alınarak tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu yok ise davanın reddine karar verilmelidir. Alınan bilirkişi raporu sonucunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu var ise bu miktar ile sınırlı olarak davacıya İİK’nın 283/1. maddesi gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekmektedir. Özel Daire bozma kararında maddi hata sonucu, tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunduğu takdirde “11.7.2008-19.8.20008 arası kira borcu miktarı kadar” haciz ve satış yetkisi verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de; anılan tarihler “01.07.2008 – 19.08.2008” olup, alınacak bilirkişi raporunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunduğu takdirde belirtilen tarihler arası kira borcu miktarı kadar sınırlı olarak davacıya İİK’nın 283/1 madde gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekmektedir.

19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davanın İİK’nın 277 vd. maddelerine göre açılan tasarrufun iptali davası olduğu ve nitelendirme ve değerlendirmenin buna göre yapılmasının gerektiği, her iki davanın hüküm ve sonuçlarının farklı olduğu, davanın BK’nın 18. maddesine göre açıldığının kabulü hâlinde dahi bu dava sonucunda İİK’nın 283. maddesinin kıyasen uygulanması mümkün olmadığından direnme kararının farklı değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile; muvazaa nedeniyle iptal davasında Özel Dairece belirtilen araştırmaların yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerektiği ancak alınacak bilirkişi raporunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunduğunun tespit edilmesi durumunda ise 01.07.2008-01.05.2011 tarihleri kira alacağının tamamı yönünden haciz ve satış yetkisinin tanınmasına karar verilmesi ve kararın infazının sağlanabilmesi için hüküm kısmının da açık yazılması gerektiğinden direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.

20. O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır

21. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı H. E. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanunun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

Hafize Gülgün VURALOĞLU’un KARŞI OY YAZISI:

1. Davacılar vekili, davalı borçlu D. E.’un alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla adına kayıtlı villa ile dava dışı taşınmazını 19.08.2008 tarihinde davalı H. E.’e sattığını, villanın borçlu ve ailesi tarafından kullanıldığını, satış işleminin muvazaalı olduğunu belirterek satış işleminin BK’nın 18. maddesi gereğince iptaline karar verilmesini talep etmiş; Davalılar D. E. ve H. E. vekili; davanın İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğunu, davacılara 28 aylık kira borcu olduğunu, 2009 yılı Şubat ayına kadar takip konusu kira borcunun ödendiğini, tasarrufun borçtan önce yapıldığını, satışın gerçek bir satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş; mahkemece davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın satışına ilişkin 19.08.2008 tarihli devir işleminin muvazaalı olduğunun tespiti ile davacıların alacağını tahsil için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesine karar verilmiştir.

2. Hükmün davalı H. E. vekili tarafından temyizi üzerine, hüküm Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, mahkemece yazılı gerekçelerle direnme kararı verilmiş, karar davalı H. E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Uyuşmazlık; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı, bu kapsamda, davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

4. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (07.10.1953 tarihli, 8/7 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.” Muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; a) Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır. Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür. Muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebilir.

5. Eldeki dava; davacıların alacağının Bursa 5. İcra Müdürlüğünün 2011/2486 sayılı takip dosyası gereğince davacıların miras O. Ö. tarafından dava dışı E. T. Uluslar arası Nakliyat Oto Sanayi ve Tic. Ltd. Şti.’ne kiralanan ve davalı D. E.’un müştereken ve müteselsilen kefil olarak imzaladığı kira sözleşmesi gereğince ödenmeyen 01.07.2008-01.05.2011 tarihleri arasındaki 35 aylık kira alacağına ilişkin olarak açılmıştır. Muvazaa nedeniyle tapu iptali ve borçlu adına tescil talep edilebilecekken alacağı karşılayacak kadar satış ve haciz isteme yetkisi talep edilmiştir ki İİK 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak bu talep mümkündür. Davalı borçlu savunmasında takip konusu kira borcunun 28 aylık olduğunu 2009 yılı Şubat ayına kadar kira borcunun banka aracılığıyla ödendiğini savunmuştur. Bu durumda alacağın varlığının tespiti bakımından mahkemece ödeme savunması üzerinde durularak sonucuna göre karar verilmelidir. İcra dosyasındaki borçlu D. E. yönünden borcun sabit olması diğer davalı H. E. yönünden kesin hüküm olmayıp, gerçekten borcun olup olmadığının mahkemece tespiti gerekir. Zira davalı H. E. bahsedilen icra dosyasının tarafı değildir. Ancak muvazaa nedeniyle açılan iptal davasında davacının hukukî yararı bulunup bulunmadığının tespiti bakımından tasarruf tarihinden önce alacağının bulunması ve işlemin de borcun doğumundan sonra mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığının ve üçüncü şahıs davalının da borçlunun bu amacını bilerek taşınmazı devraldığının kanıtlanması gerekmektedir. Mahkemece davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı O. Ö. ile davalı D. E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticarî defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığını 19.08.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunup bulunmadığı hususunda rapor alınması tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu yok ise davanın reddine karar verilmelidir. Yapılacak araştırma sonucunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu var ise davalı borçlunun borcun doğumundan sonra tasarruf işleminde bulunduğu belirlendiğinden, davalı H. E.’in de bilerek, muvazaalı olarak devraldığının tespiti hâlinde, 01.07.2008 ile 01.05.2011 tarihi arasında ödenmeyen kira borcu ile sınırlı olarak davacıya İİK’nın 283/1 madde gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekmektedir.

Muvazaa nedeniyle BK 18. md’ye dayalı olarak açılan bu davada, şartları gerçekleştiğinde davacı alacaklının tapu iptali ve borçlu adına tescilini talep edebilecekken, alacağı kadar haciz ve satış istediğinden takipde istediği tarihler arasında belirlenecek kira alacağını karşılayacak miktarda haciz ve satış isteme yetkisine karar verilmesi gerekir. Özel Dairenin devir tarihindeki alacak miktarı kadar haciz ve satış isteme yetkisine karar verilebileceğine dair bozmasına katılmamaktayım. Muvazaa nedeniyle geçersiz olan devir işleminde sadece devir tarihindeki alacak için karar verilirse muvazaanın tarafı olan davalı haksız zenginleşir. Bozma ilamındaki 11.07.2008 tarihi 01.07.2008 olarak düzeltilecek olup, maddi hatadır.

6. Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın değişik gerekçeyle bozulması gerektiğini düşündüğümden Sayın Çoğunluğun Özel Daire’nin bozması gibi bozma görüşüne katılamıyorum.

HGK. 15.06.2022 T. E: 2020/(17)4-370, K: 951

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu