Site icon İcra Hukuku | İcra ve İflas Hukukuna Dair Her Şey….

Emekli maaşlarının haczedilemezliği ve bundan feragatin geçersizliğine dair hükümlerin emredici mahiyet taşıdığı, kredi sözleşmelerine konulan, bankaya takas/virman/mahsup işlemi yapma yetkisi veren hükümlerle hem tüketici hem de emekli olmakla zayıf ve sosyal devlet ilkesi gereği korunmaya muhtaç durumda olan kişinin kendisi lehine kanun koyucu tarafından öngörülen korumadan mahrum kaldığı, söz konusu sözleşme hükümlerinin 2004 sayılı Kanun’un 83/a ve 5510 sayılı Kanun’un 93 üncü maddesine ayrılık teşkil ettiği, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

T. C.
Y A R G I T A Y
H U K U K    G E N E L    K U R U L U 
T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A
Y A R G I T A Y   İ L Â M I
Esas    No : 2023/3-52
Karar No : 2024/29
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 20.06.2022
SAYISI : 2022/1213 E., 2022/1641 K.
DAVA TARİHİ : 08.06.2018
KARAR : Davanın kabulüne
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 09.02.2022 tarihli ve 2021/9173
   Esas, 2022/769 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki muarazanın men’i ve istirdat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulüyle İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili; emekli maaş hesabının bulunduğu davalı bankadan kredi kullandığını, bankanın maaş hesabına bloke koyarak para tahsil ettiğini, promosyon vb. haklarından istifade ettirmediğini, kesintiler nedeniyle geçinemez hâle geldiğini ileri sürerek hesap üzerindeki blokenin kaldırılmasını ve kesintilerin durdurulmasını talep etmiş, vekili aracılığıyla verdiği 23.12.2019 tarihli dilekçeyle dava tarihine kadar hesaptan kesilen 25.241,66 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili; davacının kredi kullanırken emekli maaşından kesinti yapılmasına muvafakat ettiği gibi çektiği kredi borcunu da ödemediğini, kartta bloke olmadığını, talimatına uygun şekilde kredi taksitlerinin kesildiğini, iddianın iyiniyetle bağdaşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 25.12.2019 tarihli ve 2019/8 Esas, 2019/259 Karar sayılı kararı ile; davacının kullandığı kredinin teminatı olarak emekli maaşından kesinti yapılmasına muvafakat ettiği ve bu yönde virman talimatı verdiği, sözleşmedeki bu hükmün haksız şart teşkil etmeyeceği, taksitlerin maaşından ödenmesini ihtirazî kayıtsız kabul edip sonrasında iadesini talep etmenin dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 13.10.2021 tarihli ve 2020/874 Esas, 2021/2082 Karar sayılı kararı ile; son dönemde Hukuk Genel Kurulunca verilen emsal kararlar da dikkate alındığında, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 82, 83 ve 83/a maddeleri gereğince haczi yasak mal ve hakların haczolunabileceğine dair önceden yapılan anlaşmaların geçersiz olduğu, kredinin kullanılması sırasında alınan muvafakatin geçerli sayılmayacağı, bu nedenle davanın reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, davacı vekilince sonradan verilen dilekçe ile kesintilerin iadesi istenmiş ise de ıslah ile dava dilekçesinde dile getirilmeyen bir talebin ileri sürülemeyeceği gözetilerek dilekçenin yok hükmünde kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne, maaş hesabı üzerindeki blokenin kaldırılmasına karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “…Dava, taraflar arasındaki tüketici kredisi sözleşmesinden doğan borcun davacının maaş hesabından kesilmesi işlemine karşı blokenin kaldırılması ve kesilen bedelin iadesi istemine ilişkindir. Davacı, 9.6.2015 tarihli tüketici kredisi sözleşmesinin 5. maddesinde emekli maaşı dahil, tüm hak ve alacakları üzerinde Bankanın rehin ve mahsup hakkı olduğunu, Bankanın tahsil ve ahzu kabza yetkili olduğunu kabul etmiş, yine sözleşmenin eki niteliğindeki taahhütnamede de, “Denizbank A.Ş.den kullanacağım kredi hizmetlerine ilişkin olarak; Sosyal Güvenlik Kurumundan olan alacaklarımı, Şube nezdindeki hesabım aracılığı ile tahsil edeceğimi, Sosyal Güvenlik Kurumundan alacaklarımı ve şubedeki söz konusu hesabımdan olan alacaklarımı, üçüncü kişilere devir ve temlik etmeyeceğimi, SGK’dan olan alacaklarımı, şubeden kullanmış olduğum kredi hizmetleri nedeniyle olan borçlarıma karşılık rehnettiğimi, iş bu kapsamda kullanmış olduğum krediye ilişkin olarak doğmuş ve doğacak olan Denizbank alacaklarını şube nezdindeki hesaplarımdan herhangi bir talimata gerek olmaksızın faiz ve masrafları ile birlikte takas mahsup etmek suretiyle tahsil etmeye yetkili olduğunu gayrikabili rücu kabul, beyan ve taahhüt ederim”  şeklinde beyanda bulunmuştur.
17.4.2008 tarih ve 5754 Sayılı Yasanın 56.maddesi ile değişik 5510 Sayılı Yasanın 93. maddesinde; “Bu kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının Genel Sağlık Sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler 88.maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez.” düzenlemesine yer verilmiştir. Yine İİK.83/a bendinde “Borçlunun, hacizden önceki bir dönemde haczi mümkün olmayan bir mal veya hakkın haczedilebileceğine dair alacaklıyla yapmış olduğu anlaşma geçerli değildir.” hükmüne karşın, 28.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 Sayılı Kanunun 32.maddesi ile değişik 5510 Sayılı SGK.nun 93/1.maddesinde, “bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin taleplerin, borçlunun muvafakati yok ise, icra müdürü tarafından  reddedileceği” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu hükmün İİK.nun 83/a maddesine göre daha özel düzenleme içerdiği ve takip hukukuna göre icra takibinin kesinleşmiş olması şartıyla haciz sırasında veya hacizden sonra 5510 Sayılı Yasanın 93.maddesi kapsamındaki gelir, aylık ve ödeneklerin haczine ilişkin verilen muvafakatin geçerli olacağı, bu durumda borçlunun haciz sırasında veya haciz işleminin gerçekleşmesinden sonraki dönemde borçlu haczedilmesi mümkün olmayan mal ve haklarla ilgili olarak bu hakkından vazgeçebileceği, sözleşme hukukuna göre bu yasağın kesin olmadığı, yasanın tarafların iradesine ağırlık vererek muvafakat yoluyla emekli aylıklarına bloke konulmasına, borcun başka teminatlara başvurulmadan ödenmesine imkan sağladığı, böylece tarafların sözleşme ile  belirledikleri hükmü ortadan kaldırmadığı anlaşılmaktadır.
Somut olayda davacı az yukarıda zikredilen yasal düzenlemeler yürürlükte iken kredi sözleşmesini imzalamıştır. Taraflarca imzalanan sözleşmenin 5. maddesi ve taahhütname ile davacının, borcun ödenmemesi halinde banka nezdinde bulunan tüm alacakları, mevduat ve hesapları üzerinde bloke, hapis, mahsup ve takas etme yetkisini davalı  bankaya verdiği, kredi geri ödemelerinin maaş hesabından yapılmasına muvafakat ettiği açıktır. Davacının bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödememesi halinde sözleşme gereğince kullandırılan kredinin teminatı olarak maaşından kesinti yapılmasını kabul etmesi ve diğer teminat öngören hükümlerinin sözleşmeye konulmasına rıza göstermesinin haksız şart olarak kabulü mümkün değildir. Zira davacı sözleşmenin her sayfasını ayrı ayrı imzalamış olup, serbest iradesi ile sözleşme şartlarına uygun olarak kredi borcu taksitlerinin bankadan aldığı maaşından kesilmesi için talimat verdiğine göre artık sözleşmenin söz konusu hükmünün müzakere edilmediği söylenemez. Bankanın sözleşme hükümlerine göre yaptığı işlemin sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerin dürüstlük kuralına aykırı düşecek şekilde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğu kabul edilemez. Davacının bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödemesi gerekir. Kaldı ki, davacı, taksitlerin bir kısmını da maaşından ödemiştir. Bu taksitlerin ödenmesine ihtirazı kayıt koymaksızın kesintiye muvafakat edip, borç ödendikten sonra ödenen kredi bedellerinin iadesini doğuracak şekilde bir hakkın kullanılması iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz. (TMK m.2) Tüketici haklı bir sebep olmadan sözleşmeyi tek taraflı feshedemez, ifası yapılmış bedellerin iadesini isteyemez, bu şekilde edimini tek taraflı geri istenmesi de hukuken himaye göremez. Aksi halde; kredi isteyen kişinin mali durumu ve maaş gelirine göre borcunun ödenebileceği güvencesiyle kredi veren bankanın alacağının imkansızlaşması, kötü niyetli bir kredi borçlusunun borcunu hiç ödememesi gibi bir sonuç doğacaktır.
Hal böyle olunca ilk derece mahkemesince davanın reddine yönelik verilen karar usul ve yasaya, Dairemizin yerleşmiş uygulamalarına uygun olup, bir isabetsizlik bulunmadığından, bölge adliye mahkemesince yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; usul ve yasaya uygun bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tüketici kredisinin imzalanması sırasında, kredi borcunun teminatı olarak banka nezdindeki emekli maaşı hesabından virman suretiyle ödeme yapılmasının borçlu tüketici tarafından kabul edildiği düzenlemesini içeren sözleşme hükümlerinin geçerli ve tarafları bağlayıcı sayılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 20-25, 26, 27 nci maddeleri.
2.  2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 82 ve 83 üncü maddeleri.
3.  4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6 ncı maddesi.
4. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 5 inci maddesi.
5. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 93 üncü maddesi.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sözleşme hukukunun temel prensiplerinden olan sözleşme serbestisi ilkesine değinilmesi fayda bulunmaktadır.
2. Türk Borçlar Kanunu’nun 26 ncı maddesinde “Sözleşme özgürlüğü” başlığı altında bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 27 nci maddenin birinci fıkrasında ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.
3. Sözleşme serbestisi kavramının temeli irade özgürlüğüne dayalıdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın irade özgürlüğüne ilişkin hükümleri (md.12/1, 13, 17/1, 19, 35/1, 48/1, vb.) göstermektedir ki; hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir.
4. Felsefi bir görüş olan irade özgürlüğü, kişilerin her alanda özgürleştirilmesini ilke edinmiş ekonomik ve politik bir doktrindir. Bu ilkenin borçlar hukukundaki yansıma şekli olan sözleşme özgürlüğü modern hukuk sistemlerine esas alınmış ise de, yirminci yüzyılda yoğun bir biçimde yaşanan savaşlar ve devletlerin sosyal devlet rolünü benimsemeleri, bu ilkenin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine sebep olmuş ve bu bağlamda sözleşme özgürlüğüne önemli birtakım sınırlandırmalar getirilmiştir ve bu sınırlamalar artarak devam etmektedir. Özellikle bir sözleşmenin her iki tarafı da sözleşme özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, örgütlülüğü ve ekonomik gücü nedeniyle, içeriğini önceden tek başına belirlediği sözleşmeleri, ihtiyaçları nedeniyle birçok kişiye koşulsuz olarak kabul ettirebilen teşebbüslerin ortaya çıkması, karşılarındaki kitlelerin korunabilmesi adına kanun koyucuların bu meseleye yoğun bir biçimde müdahil olmalarına yol açmıştır (H. Kübra Ercoşkun Şenol, Sözleşmenin İçeriğini Belirleme Özgürlüğü ve Bunun Genel Sınırı-TBK m. 27,  İÜHFM, C.LXXIV, 2016, s.2).
5. Bu sınırlamalardan biri de, sözleşme özgürlüğünün görünüm şekillerinden olan içeriği belirleme özgürlüğünde ortaya çıkmaktadır. Kanuni bir yetki söz konusu olmaksızın sözleşmenin içeriğini belirleme özgürlüğünün tek taraflı olarak kullanıldığı, bu doğrultuda taraflardan birinin sözleşme hükümlerini önceden kısmen veya tamamen belirlediği ve diğer tarafın da yalnızca bu sözleşmeyi yapıp yapmama yönünde karar verdiği, öğretide iltihakî veya katılma sözleşmesi olarak adlandırılan (M. Kemal Oğuzman/M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.1, 13. bası, İstanbul 2015, s.26; Safa Reisoğlu, Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. bası, İstanbul 2012, s.70) bu tip sözleşmelerde sözleşmeyi düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmelerde kullanmak amacıyla önceden tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleri genel işlem koşulu olarak adlandırılmaktadır. 6098 sayılı Kanun’un 20 nci maddesinin birinci bendinde düzenlenen, sözleşme eşitliğinin genel işlem şartlarını kullanan lehine bozulduğu ve bozulan dengenin karşı taraf lehine yeniden kurulma olanağının bulunmadığı (Yeşim M. Atamer, Sözleşme Özgürlüğünün Sınırlandırılması Sorunu Çerçevesinde Genel İşlem Şartlarının Değerlendirilmesi, İstanbul 1999, s. 30 vd.), bir tarafın hâkim durumunu kullanarak adil olmayan bir hükmü ihtiyacı nedeniyle sözleşme yapmak zorunda kalan diğer tarafa kabul ettirmesi sonucunu doğurabilecek mahiyetteki genel işlem koşullarına kanun koyucu ihtiyatlı yaklaşmış ve bunların geçerliliğini sıkı koşullara bağlamıştır.
6. Her türlü sözleşme  bakımından  genel  işlem  koşullarının  tâbi olduğu hükümler  TBK’nın 20-25 inci maddelerinde düzenlenmiş iken, tüketici sözleşmelerindeki uygunsuz genel işlem koşulları 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) “Sözleşmedeki haksız şartlar” başlıklı 6 ncı maddesinde (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, md. 5) düzenlenmiştir.
7. Bu madde içeriğine göre “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.”
8. Anılan maddenin üçüncü fıkrasında tüketici ile müzakere edilmeme kavramı “Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir” şeklindeki anlatımla açıklanmıştır.
9. Tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan bu tip düzenlemelerin yaptırımı ise maddenin ikinci fıkrasında “tüketici için bağlayıcı değildir” denilmek suretiyle kanun koyucu tarafından ortaya konulmuştur. Nitekim bu durum, paralel düzenleme içeren 6502 sayılı TKHK’nın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında “Tüketiciyle akdedilen sözleşmelerde yer alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri geçerliliğini korur” hükmü ile düzenlenmiştir.
10. 17.06.2014 tarihli ve 29033 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik’in 5 inci maddesinin birinci fıkrasına göre de tüketici ile kurulan sözleşmelerde yer alan bir şartın haksız şart olarak kabul edilebilmesi için tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilmesi, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olması unsurlarının bir arada bulunması gerekir.
11. Sözleşmeye müzakere edilmeden konulan bir hükmün haksızlığını denetleyen hâkimin ana ölçütü dürüstlük kuralıdır. Tüketici ile müzakere edildiği ispatlanan bir hükmün, tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğu anlaşılsa dahi, haksız şart olarak nitelendirilmesi mümkün değildir (Özgür Karadağ, Tüketici Sözleşmelerinde Haksız Şartlar, Ankara 2014, s.141).
12. Bu açıklamalardan sonra, davacı tüketicinin kredi kullanımı sırasında verdiği takas/virman/mahsup talimatının emekli maaşının haczedilemezliği ve hacizden feragatin geçersizliğine ilişkin hükümler bağlamında da değerlendirilmesi gerektiğinden gelinen aşamada cebri icra kavramının ve 2004 ve 5510 sayılı Kanunların konuyla ilgili hükümlerinin irdelenmesi gerekir.
13. Özel hukuktan kaynaklanan borçların, “borçlu tarafından rızayla ifa edilmemesi hâlinde” alacaklının alacağının tahsil edilmesi için devletin cebri icra organlarına başvurması modern hukuk sistemlerinde kural olup kendiliğinden hak almak (ihkak-ı hak) yasaklanmıştır. Ancak devletin cebri icra organları vasıtasıyla alacaklının alacağı tahsil edilirken, alacaklı, borçlu ve takiple ilgili üçüncü kişiler de etkilenebilmektedir. Bu nedenle cebri icra faaliyeti yerine getirilirken, menfaatleri çatışan alacaklı ve borçlu arasında bir denge kurulması, aynı zamanda takiple ilgili üçüncü kişilerin ve kamunun da menfaatlerinin korunması gerekir. Söz konusu dengenin ve menfaatin korunması ise elbette ülkede hukuki barışın ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunacaktır (Gökçen Topuz, 5510 sayılı Kanunda Öngörülen Emekli Aylığının Haczedilmezliği Kuralı ve Bu Kuralın Anayasaya Uygunluğu Üzerine Düşünceler, AÜHFD., 65. cilt, 4. sayı, 2016, s. 3018).
14. Cebri icrada kural; alacağın, borçlunun mal varlığından tahsil edilmesi ilkesidir ve bu ilkenin sınırları da kanunla çizilmiştir. Bu bağlamda kanun koyucu gerek 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda gerekse bazı özel kanunlarda haczedilemeyecek veya yalnızca bir bölümünün haczi mümkün birtakım mal ve haklar öngörmüştür. Amaç, borçlu ve ailesinin mutlak yoksulluğa düşürülerek ekonomik varlığını kaybedip, Devlet yardımına muhtaç hâle getirilmesine engel olmaktır (Baki Kuru, İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2.b., İstanbul 2016, s. 186).
15.  Haczi caiz olmayan mallar; para borcunun ödenmesi için haciz yoluyla yapılan icra takibinde borçluya ait olup kamu yararı ya da borçlunun yaşamsal zorunlulukları bakımından gerekli yahut paraya çevrilmesine olanak bulunmayan durumlardan ötürü haczedilmesi ya da paraya çevrilmesi olanaksız bulunan, diğer bir deyimle hacizden ayrık tutulmuş şeyler ve alacaklardır (Türk Hukuk Lûgatı-Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C.1, s.446).
16. İcra ve İflas Kanunu bu konuda kısmen veya tamamen haczedilemezliğe ilişkin bir ayrıma gitmiştir.
17. Buna göre anılan Kanun’un 82 nci maddesinde ise tamamı haczedilemeyen mal ve haklar düzenlenmiş olup bu hükümdeki mal ve haklar borçlu ve ailesinin yoksul kılınıp sonuçta Devletin sosyal yardımına muhtaç bırakılmaması ve borçlunun ekonomik varlığını devam ettirebilmesi düşüncelerine dayanılarak haczedilemez olarak kabul edilmiştir. Maddenin birinci fıkrasına göre “mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar” haczedilemez. İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir [2004 sayılı Kanun, md. 82/son (ek fıkra 02.07.2012 tarihli, 6352 sayılı Kanun, md. 16)].
18. Kısmen haczedilemeyen mal ve haklar ise 83 üncü maddede;
“Maaşlar, tahsisat ve her nevi ücretler, intifa hakları ve hasılatı, ilâma müstenid olmayan nafakalar, tekaüd maaşları, sigortalar veya tekaüd sandıkları tarafından tahsis edilen iradlar, borçlu ve ailesinin geçinmeleri için icra müdürünce lüzumlu olarak takdir edilen miktar tenzil edildikten sonra haczolunabilir.
Ancak haczolunacak miktar bunların dörtte birinden az olamaz. Birden fazla haciz var ise sıraya konur. Sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemez” şeklinde düzenlemiştir.
19.  Kanun’un “Önceden yapılan anlaşmalar” başlıklı 83/a maddesi hükmüne göre ise “82 ve 83 üncü maddelerde yazılı mal ve hakların haczolunabileceğine dair önceden yapılan anlaşmalar muteber değildir”.
20.  Önceden feragatin geçersizliğinin nedeni, borçlunun hacizden önceki bir dönemde böyle bir anlaşmanın sonuçlarını ve hacze gelindiğinde kendisine yükleyeceği yükün ağırlığını tahmin edemeyeceğinin varsayılmasıdır. Bu hâlde, borçluyu bizzat kendisine karşı koruma gereği vardır (Evren Kılıçoğlu, İcra Sözleşmeleri, İstanbul 2005, s. 130).
21. İcra ve İflâs Kanunu’nun 82/1 inci maddesinde belirtilen, özel kanunlarda haczedilemeyeceği kararlaştırılan hak ve alacaklardan biri de 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda düzenlenmiştir.
22. Buna göre sigortalılara ve hak sahiplerine bağlanan gelir, aylık ve ödenekler Sosyal Güvenlik Kurumunun 88 inci maddesine göre tahsili gereken alacakları ile nafaka borçları dışında haczedilemez (5510 s. Kanun, md. 93/1).
23. Anılan maddenin devamına 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Kanun’un 32 nci maddesiyle; “Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir” ibaresi eklenmiştir. Bu hüküm ile icra takibinin kesinleşmesi sonrasında takip alacaklısının borçlunun emekli maaşı üzerine haciz konulması talebinin kabul edilebilmesi, borçlunun muvafakati şartına bağlanmıştır. Borçlu hacze muvafakat etmez ise haciz talebi reddedilecektir. Bu düzenlemeden önce 2004 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesi hükmüne göre icra memurlarının haciz talebine konu mal veya hakkın haczinin mümkün olup olmadığını denetleme imkânı bulunmadığından Sosyal Güvenlik Kurumu gelir, aylık ve ödenekleri de haczedilmekte, sonrasında takip borçlularının haczedilemezlik şikayetleri icra mahkemeleri önüne taşınıp Kanun’un açık hükmü gereği emekli maaşları üzerine konulan haciz kaldırılmakta iken; gerek Kurum gerekse icra daireleri ve mahkemeleri nezdinde gereksiz iş yüküne neden olan bu duruma son vermek için 93 üncü maddeye söz konusu ek ibare getirilmiştir.
24.  Diğer taraftan, 5510 sayılı Kanun’un 93 üncü maddesinin ilk cümlesinde, sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri ile sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Sosyal Güvenlik Kurumu nezdinde doğan alacaklarının devir ve temlik edilemeyeceği düzenlenmiş ise de bu düzenlemenin, sigortalının uhdesine geçen gelirin sigortalı tarafından tasarrufunu kısıtlayıcı mahiyette olmayıp Kurumun yalnızca bu Kanun çerçevesinde borçlu olduğu kişiyle muhatap olması, Kuruma karşı alacaklı sıfatının değiştirilmemesi amacına yönelik olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
25. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 07.03.2018 tarihli, 2017/13-2899 Esas, 2018/420 Karar sayılı kararında da değinilmiştir.
26. Gerek Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun gerekse 2004 ve 5510 sayılı Kanunlarda yer alan hükümlere ilişkin açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için taraflar arasındaki hukuki ilişkinin ne şekilde tezahür ettiği ortaya konulmalıdır.
27. İlk olarak 13.05.2014 tarihinde aylık (yaklaşık) 207,00 TL taksit ödemeli 2.250,00 TL tutarındaki birinci tüketici kredisini kullanan davacının o dönem 1.200,00 TL-1.300,00 TL aralığında emekli maaşı aldığı ve söz konusu kredi taksitlerinin davalı banka nezdinde bulunan (kredili mevduat da tanımlanmış) maaş hesabından her düzenli olarak “Bireysel krediler otomatik geri ödeme” açıklamasıyla tahsil edildiği, hesap bakiyesi üzerinde (ATM den para çekmek gibi işlemlerle) özgürce tasarruf edebildiği, hesap eksiye girdiğinde kredili mevduat hesabından işlem yapıldığı ve gerek kredi gerekse kredili mevduat hesabında gecikmiş ödemeler nedeniyle faiz tahakkuk edildiği dosya içerisindeki hesap özetlerinden anlaşılmaktadır. Davacının söz konusu kredi borcunun bu şekilde kendisinden tahsil edilmesine herhangi bir itirazda bulunmadığı ve zaman içerisinde kredinin ödenerek kapatıldığı hususu ise çekişmesizdir.
28.  Davacı 02.03.2015 tarihinde, 10.500,00 TL için aylık yaklaşık 375,00 TL taksit ödemeli, 36 ay vadeli ikinci bir kredi kullanmış, sözleşme öncesi bilgilendirme ve ürün tercih formunda kredi tahsilâtının ne şekilde yapılacağıyla ilgili olarak “Nakden veya hesaben veya müşterinin talebine ve Bankanın kabulüne bağlı olarak kredi kartına borç kaydedilmek veya kredili mevduat hesabının limitinden tahsil edilmek suretiyle yapılır” açıklaması yer almış, sözleşmenin 4 üncü maddesinde ödeme tablosunda gösterilen miktar ve zamanda taksit ödemelerinin yapılmaması hâlinde, bankanın, nezdinde bulunan hesaplar üzerinde hapis, takas ve mahsup hakkının bulunduğu kabul edilmiştir. Yine dosya içerisindeki hesap özetlerine bakıldığında bir önceki krediyle beraber bu kredi taksitlerinin de her ay davacının hesabından düzenli olarak tahsil edildiği, davacının bakiye meblağ üzerinde tasarruf edebildiği görülmüştür.
29.  İkinci kredinin taksit ödemeleri devam ederken davacı 09.06.2015 tarihinde 13.700,00 TL için aylık yaklaşık 485,00 TL taksit ödemeli, 36 ay vadeli üçüncü bir kredi daha kullanmıştır. Kredi sözleşmesinde yine gecikilen taksit ödemeleri için davalı bankaya hesap üzerinden virman/mahsup talimatı verilmiş ve bu konuya ilişkin ayrı bir muvafakatname de imzalanmıştır. Bu kredi ödemeleri de tıpkı diğerlerinde olduğu gibi birinci taksitten itibaren davacının hesabından aylık düzenli olarak tahsil edilmiş, davacı kredi kartı ve kredili mevduat hesabını da kullanmaya devam etmiştir.
30. Ödemeler aynı usul dairesinde devam ederken 2016 yılından itibaren Sosyal Güvenlik Kurumunca davacının emekli maaşından nafaka kesintisi yapılmaya başlandığı ve davacının maaş gelirinin bu sebeple yaklaşık yarı oranında düştüğü, bu aşamadan sonra da taksit kesintilerinin devam ettiği ve hesapta para kaldığı müddetçe davacının bu parayı çekebildiği,  09.03.2017 tarihinde promosyon ödemesinin hesaba geçtiği, davacının pek çok kez hesaptan para çektiği, kredi kartı borçlarının hesaptan tahsil edildiği, en son 08.06.2018 tarihinde 1.000,00 TL maaş yatan hesaptan aynı gün davacı tarafından 750,00 TL çekildiği ve hemen akabinde yine aynı gün eldeki dava açılarak hesap üzerindeki blokenin kaldırılmasının istendiği, dava açıldıktan sonra bankanın otomatik ödeme şeklindeki tahsilatlara son verdiği anlaşılmaktadır.
31. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında tüm bu sürece bakıldığında; davacıya ait emekli maaş hesabında yatan paranın tamamı üzerinde davacının tasarrufta bulunmasına engel bir blokenin olmadığı açıktır; davacı dava açtığı gün dahi bankadan para çekebilmiştir. Davacının maaşını alamadığından bahsettiği yakınması en büyük alacak kalemi olarak nafaka ödemesinden kaynaklanmakta, bundan sonra ise kredi taksitleri ile ilgili kesintiler gelmektedir. Davacı bankadan üç ayrı kredi kullanmış ve aylık taksitler her ay düzenli olarak maaş hesabından Banka tarafından tahsil edilmiştir. Davacının aldığı kredinin aylık geri ödemesi olduğunu bildiği ve her üç kredide de ilk taksitten itibaren haricen kredi hesabına ödeme yapmak yerine maaş hesabından kredi hesabına virman suretiyle ödeme yapılmasını tercih ettiği gözetildiğinde bu tahsilâtın taraflar arasında bir anlamda otomatik ödeme talimatı işlemi gibi tezahür ettiği kabul edilmelidir. Hâl böyle olunca haksız şarta ilişkin açıklamalar da göz önünde bulundurulduğunda sözleşmelerde söz konusu kesintilere dayanak muvafakat hükümlerinin sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğundan ve bu sebeple de haksız şart teşkil ettiğinden bahsedilemeyecektir.
32. Meseleye 2004 ve 5510 sayılı Kanun hükümleri açısından bakıldığında; kanun koyucu ekonomik yönden eşit olmayan taraflar arasında zayıf olanı korumaya yönelik olarak emekli maaşının haczedilemezliği ve haczedilemezlikten feragatin geçersizliğine dair anılan nispi emredici düzenlemelerle sosyal adaleti sağlama ve koruma görevini yerine getirmekteyse de somut olayda herhangi bir cebri icra işlemi değil, sözleşmenin âkidi tarafından borcun ifa biçimine ilişkin karşı âkide verilmiş bir yetki söz konusu olduğu göz ardı edilmemelidir. Emekli maaşının cebri icra kanalıyla haczedilemeyeceği ve bunun aksine yönelik önceden yapılmış anlaşmaların geçersiz hususu (henüz bu konuda bir takip başlatılmamış dahi olsa) açık kanun hükmü gereğidir. Ancak bu hükümler borçlunun rızayla borcunu ifa etmemesi hâline ilişkin kural ve yöntemleri belirler; kişi elbette kendi rızasıyla kendi borcunu, alacaklı ile aralarındaki anlaşmaya uygun şekilde dilediği gibi ödeyebilecektir. Aksi yönde bir değerlendirme, sözleşme serbestisi ve ahde vefa ilkelerine aykırı olacağı gibi, emekli maaşı dışında geliri ve bu surette teminat gösterebileceği herhangi bir mal varlığı bulunmayan tüketiciyi, tacir olmakla alacağının tahsili imkânını kuvvetlendirmek istemesi makul olan banka karşısında güç duruma düşürecek, günümüz sosyal ve ekonomik koşullarında emeklinin sahip olduğu nakdi varlıklar dışında hareket etmesine imkân bırakmayacaktır.
33.  Üstelik, dava konusu kredilerle ilgili olarak dosyaya yansımış bir icra takip dosyası mevcut olmadığından somut olayda işlerlik kazanamayacaksa da Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği üzere 28.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 sayılı Kanun’un 32 nci maddesi ile değişik 5510 sayılı Kanun’un 93 üncü maddesine gelen ek ibare ile borcun icra takibiyle tahsili yoluna başvurulmuş olması hâlinde borçlunun muvafakati ile hacze devam edilmesine imkân tanınmış, yine kişinin iradesi ve kendi tasarruf tercihleri göz ardı edilmeyerek üstün kılınmıştır.
34.  Emekli maaşından başka bir gelirinin olmadığı yönündeki genel kabulden dolayı zayıf tarafı daha da zayıf hâle getirmeme saiki ile korunan tüketicinin, kendi iradesi ile imzaladığı kredi sözleşmesi çerçevesinde kavuştuğu ve sosyo-ekonomik ihtiyaçları doğrultusunda harcadığı meblağı yine emekli maaşı ile ödemek zorunda olduğunu bilebilecek durumdayken, çekeceği kredinin ödeneceği ihtimalini banka gözünde kuvvetlendirir şekilde emekli maaşını mal varlığının bir parçası olarak gösterdiği, bu inançla hareket eden bankanın davacıya birden çok kez kredi tahsis ettiği, davacının başka bir yolla taksit ödemesinde bulunmadığı, en başından beri ödeme yöntemi olarak tercih ettiği virman usulüyle kredi taksitlerinin her ay düzenli tahsil edilmesine itiraz etmediği ve dava açmakla davacının bu yöndeki iradesinin ortadan kalktığını gören banka tarafından bu usulle yapılan tahsilâta son verildiği gözetildiğinde söz konusu kesintilerin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla iptalinin ve bu talebin kabulüyle bağlantılı olarak da kesilen bedellerin iadesinin istenmesi hakkın kötüye kullanılması teşkil eder ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesi gereğince iyiniyetle bağdaşmadığından hukuk düzeni tarafından korunmamalıdır.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, emekli maaşlarının haczedilemezliği ve bundan feragatin geçersizliğine dair hükümlerin emredici mahiyet taşıdığı, kredi sözleşmelerine konulan, bankaya takas/virman/mahsup işlemi yapma yetkisi veren hükümlerle hem tüketici hem de emekli olmakla zayıf ve sosyal devlet ilkesi gereği korunmaya muhtaç durumda olan kişinin kendisi lehine kanun koyucu tarafından öngörülen korumadan mahrum kaldığı, söz konusu sözleşme hükümlerinin 2004 sayılı Kanun’un 83/a ve 5510 sayılı Kanun’un 93 üncü maddesine ayrılık teşkil ettiği, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
36.  Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
37.  Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
31.01.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
Exit mobile version