TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
AHMET ATALAY BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/5680) |
Karar Tarihi: 30/3/2023 |
R.G. Tarih ve Sayı: 10/10/2023-32335 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan | : | Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler | : | Muammer TOPAL |
Recai AKYEL | ||
Yusuf Şevki HAKYEMEZ | ||
İrfan FİDAN | ||
Raportör | : | Mahmut ALTIN |
Başvurucu | : | Ahmet ATALAY |
Vekili | : | Av. Sedat AYDIN |
BAŞVURUNUN KONUSU
Başvuru; icra müdürlüğünün hatalı işlemine karşı açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
BAŞVURU SÜRECİ
Başvuru 12/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
Üçüncü Kişi D.Ç. Tarafından Takip Borçlusu D.A.K. Aleyhine Açılan Tapu İptali ve Tescili Davası Süreci
Üçüncü kişi D.Ç. tarafından borçlu D.A.K. ve diğer iki kişi aleyhine 1/3/2007 tarihinde İstanbul 3. Tüketici Mahkemesinde (Tüketici Mahkemesi) Üsküdar ilçesi Bulgurlu Mahallesi’nde kâin 2254 ada 18 parselde bulunan başvuru konusu 9 numaralı bağımsız bölüme ilişkin tapu iptali ve tescili davası açmıştır.
Borçlu D.A.K. 4/3/2008 tarihli duruşmada davayı kabul ettiğini beyan etmiştir.
Tüketici Mahkemesince 15/12/2009 tarihinde davanın borçlu D.A.K. yönünden kabulüne, diğer davalılar yönünden reddine ve başvuru konusu taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte davacı D.Ç. adına tesciline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde üçüncü kişi A.R.Ç. tarafından borçlu D.A.K. aleyhine başlatılan takibin kesinleştiği ve üçüncü şahsın haciz işleminin davacı D.Ç.nin bu davanın açılmasından önce gerçekleştiği izah edilmiştir. Buna göre kural olarak üçüncü şahsın daha önceki şahsi hakkını bertaraf edecek şekilde hüküm kurulmasının mümkün olmadığı vurgulanmıştır.
Taraflarca temyiz edilmeyen karar 29/3/2010 tarihinde kesinleşmiştir. Ardından bu karar doğrultusunda taşınmazın 12/5/2010 tarihinde borçlu D.A.K.ya ait hissesi iptal edilerek üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte D.Ç. adına tescil edilmiştir.
Başvurucunun İcra Takibi Süreci
Başvurucu 14/4/2008 tarihinde borçlu D.A.K. aleyhine İstanbul Anadolu 18. İcra Müdürlüğünde kambiyo senetlerine özgü takip başlatmıştır. Takibin kesinleşmesi üzerine başvuru konusu taşınmazın tapu kaydına 17/4/2008 tarihinde haciz şerhi konulmuştur.
Borcun ödenmemesi üzerine başvurucunun talebiyle satış kararı verilerek Üsküdar 4. İcra Müdürlüğüne talimat yazılmıştır. Üsküdar 4. İcra Müdürlüğünce kıymet takdiri yapılarak satış işlemleri yürütülmüş ve satışa ilişkin gerekli ilanlar yaptırılmıştır. Başvurucu da 30/3/2010 tarihinde masraf avansını yatırmıştır.
Birinci Haczin Kaldırılması Süreci
Üçüncü kişi D.Ç. tarafından 16/9/2011 tarihinde başvuru konusu taşınmazın kendisi adına kayıtlı olması ve satış avansının yasal süre içinde yatırılmaması nedenleriyle haczin kaldırılması talep edilmiştir. Bunun üzerine Ümraniye 1. İcra Müdürlüğünce, Üsküdar 4. İcra Müdürlüğüne “alacaklı tarafından hacizli gayrimenkul için satış avansı yatırılıp yatırılmadığı” sorulmuştur. Üsküdar 4. İcra Müdürlüğünce 16/9/2011 tarihinde “Üsküdar 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10/5/2010 tarih ve 2010/20 D.iş esas ve 2010/11 karar sayılı kararı gereğince satışın tedbiren durdurulmasına karar verilmiş olup, ayrıca alacaklı tarafından herhangi bir satış avansı yatırılmamıştır.” cevabı verilmiştir. Bu cevap üzerine Ümraniye 1. İcra Müdürlüğünce 19/9/2011 tarihinde haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.
Bunun üzerine başvurucu tarafından öncesinde satış avansının yatırılmasına ve ilanların yapılmasına rağmen Üsküdar 4. İcra Müdürlüğünün eksik incelemeyle yanlış cevap vermesi nedeniyle haczin kaldırıldığı gerekçesiyle Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesinde haczin kaldırılması işleminin kaldırılması talebiyle şikâyet davası açılmıştır. Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesince 12/4/2012 tarihinde davanın kabulüyle taşınmaz üzerindeki haczin kaldırılmasına ilişkin 19/9/2011 tarihli memurluk kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde satış masraflarının yatırıldığı ve haczin fekkini gerektirecek bir durum olmadığı ifade edilmiştir.
İkinci Haczin Kaldırılması Süreci
Bu kararı müteakiben 12/4/2012 tarihinde taşınmazın tapu kaydına ikinci kez haciz şerhi konulmuştur. Bunun üzerine D.Ç. tarafından ikinci haciz şerhi işleminin kaldırılması talebiyle 31/8/2012 tarihinde Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesinde (İstanbul Anadolu 10. İcra Hukuk Mahkemesi) açılan şikâyet davasında 18/10/2012 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, haciz konulan taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte D.Ç. adına tapuya tesciline Tüketici Mahkemesince karar verilmesi ve haciz tarihinin bu tescil kararından önce olması nedeniyle Tüketici Mahkemesi kararının aynen uygulanması gerektiği ifade edilmiştir.
D.Ç.nin temyiz talebi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince (Daire) 28/3/2013 tarihinde karar bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, öncelikle taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlunun adına kayıtlı olmasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Ardından somut olayda taşınmazın yeni haciz tarihinde takip borçlusu olmayan şikâyetçi/D.Ç. adına kayıtlı olduğu, Mahkemece hükme esas alınan Tüketici Mahkemesi kararının o dosyadaki dava tarihi itibarı ile konulmuş hacizlere ilişkin olduğu ifade edilmiştir.
6/3/2014 tarihinde bozma kararına uyularak ikinci haciz şerhi işleminin kaldırılmasına karar verilmiştir.
Başvurucu Aleyhine Açılan İstihkak Davası Süreci
D.Ç. 27/6/2012 tarihinde Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesinde başvurucu ve D.A.K. aleyhine açtığı istihkak davasında, başvuru konusu taşınmazı D.A.K.dan satın aldığını ve Tüketici Mahkemesinin taşınmazın adına tesciline hükmettiğini ancak D.A.K.nın başvurucuya borcundan dolayı başvurucu tarafından haciz konulduğunu belirterek takibin durdurulması ve taşınmazın kendisine ait olduğunun tespiti ile haczin fekkini talep etmiştir.
Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesi 1/11/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Tüketici Mahkemesince başvuru konusu taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte D.Ç. adına tesciline karar verildiği vurgulanmıştır. Ayrıca kesin hüküm teşkil eden Tüketici Mahkemesi kararından önce taşınmaz üzerinde haczi bulunan başvurucuya karşı istihkak iddiasında bulunulamayacağı ifade edilmiştir. Ardından söz konusu karar Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 7/10/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.
Başvuru Konusu Dava Süreci
Başvurucu, takip işlemleri sırasında hem Ümraniye 1. İcra Müdürlüğünün hem de Üsküdar 4. İcra Müdürlüğünün kusurlu işlemleri nedeniyle taşınmaz üzerindeki hacizlerin kaldırıldığını ve bunun neticesinde alacağın tahsilinin imkânsız hâle geldiğini belirterek uğradığı zararların ödenmesi talebiyle Bakanlık aleyhine 6/10/2015 tarihinde İstanbul Anadolu 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır.
Mahkemece 20/12/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, İcra Müdürlüklerinin hukuka aykırı işlemleri sonucunda taşınmaz üzerindeki haciz kaldırılmış olsa da icra takibinden önce taşınmazın tapu kaydının iptali davasının açıldığı ve haciz kararı sonrasında satış işleminin tedbiren durdurulduğu vurgulanmıştır. Bununla birlikte İstanbul 3. Tüketici Mahkemesince taşınmazın tapu kaydının iptaline karar verildiği de açıklanarak söz konusu hukuka aykırı işlem olmasa bile satışın gerçekleşmeyeceği belirtilmiştir. Netice itibarıyla taşınmazın üçüncü kişi adına tescil edilmesiyle oluşan zarar ile icra müdürlüğü işlemleri arasında nedensellik bağının koptuğu ve başvurucunun tazminat talep etme koşullarının bulunmadığı ifade edilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 21/11/2017 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Üsküdar 4. İcra Müdürlüğünün dosyadaki bilgilere aykırı olarak satış masraflarının yatırılmadığını bildirmesi üzerine taşınmaz üzerindeki haczin kaldırıldığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte dava dışı D.Ç.nin takip borçlusu aleyhine açtığı davada davanın kabulüne karar verilerek taşınmazın tapu kaydının iptali ile üzerindeki takyidatlarla birlikte üçüncü kişi adına tesciline karar verildiği açıklanmıştır. Bu bilgiler çerçevesinde hacizlerin kaldırılmaması hâlinde dahi dava dışı üçüncü kişi D.Ç. tarafından açılacak hacizlerin fekki talepli dava sonunda muhtemelen hacizlerin fekkine karar verileceği izah edilerek memurun hatalı işlemi ile zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı beyan edilmiştir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 13/11/2018 tarihinde oyçokluğuyla başvurucunun temyiz taleplerinin reddine karar verilmiştir.
Nihai karar, başvurucuya 15/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
İLGİLİ HUKUK
Ulusal Hukuk
Kanun Hükümleri
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun“Tescil”kenar başlıklı 705. maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.“
4721 sayılı Kanun’un“Tasarruf yetkisinin kısıtlanmasında”kenar başlıklı 1010. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Tasarruf yetkisi kısıtlamaları, şerh verilmekle taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir.“
4721 sayılı Kanun’un“Tapu sicilinin açıklığı”kenar başlıklı 1020. maddesi şöyledir:
“Tapu sicili herkese açıktır.
İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.
Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.”
4721 sayılı Kanun’un“İyiniyetli üçüncü kişilere karşı”kenar başlıklı 1023. maddesi şöyledir:
“Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.”
9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun“Sorumluluk”kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır.”
2004 sayılı Kanun’un“Talep için müddetler”kenar başlıklı 106. maddesinin haciz ve satış tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:
“Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir.”
2004 sayılı Kanun’un“Muvakkat haciz halinde”kenar başlıklı 108. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Haczi muvakkat olan alacaklı satış talebinde bulunamaz ve hakkında 106 ncı maddedeki müddetler cereyan etmez.”
2004 sayılı Kanun’un“Haczin kalkması”kenar başlıklı 110. maddesi şöyledir:
“Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da kanuni müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar. Hacizli malın satılması yönündeki talep bir defa geri alınabilir.
Haczedilen resmi sicile kayıtlı malların, icra dairesiyle yapılacak yazışmalar sonucunda haczinin kalktığının tespit edilmesi hâlinde, sicili tutan idare tarafından haciz şerhi terkin edilir ve işlem ilgili icra dairesine bildirilir.
Birinci fıkra gereğince haczin kalkmasına sebebiyet veren alacaklı o mala yönelik olarak, haczin konulması ve muhafazası gibi tüm giderlerden sorumlu olur.”
Yargıtay Kararları
Başvuru konu olayımızdaki borçlu ve üçüncü kişi ile başka bir alacaklının taraf olduğu istihkak davasıyla ilgili Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 13/10/2021 tarihli ve E.2021/6719, K.2021/8841 sayılı karar düzeltme kararının ilgili kısmı şöyledir:
“ …Üçüncü kişi vekili, mülkiyeti müvekkiline ait dava konusu taşınmaz üzerine alacaklı tarafından 25.03.2010 tarihinde haciz konulduğunu, müvekkili tarafından borçlu aleyhine Tüketici Mahkemesine tapu iptali ve tescil istemi ile açılan davanın kabulüne karar verildiğini, dava konusu haczin ise davadan dört yıl sonra konulduğunu, müvekkilinin iyi niyetli olduğunu ileri sürerek haczin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
…davacı üçüncü kişi vekili ve davalı alacaklı vekili tarafından karar düzeltme isteğinde bulunulmuş, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 26/06/2019 tarih, 2017/15005 E. 2019/6536 K. Sayılı kararında, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması için tapu kütüğüne tescil şarttır. TMK’nin 705. maddesinin ikinci fıkrasında hangi hallerin tescilden önce taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasını sağlayacağı belirtilmiştir. Buna göre; miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemlerini yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır. Bundan ayrı olarak İİK’nin 28. maddesinde, ‘Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkemece davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile birlikte hülasasını tapu sicil dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanunun 1010 maddesinin 2 fıkrası hükmüne tabidir’ hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda ise, davalı alacaklı vekili tarafından borçlu aleyhine başlatılan takibin kesinleşmesi üzerine taşınmazın kaydına İcra Müdürlüğünün 24.03.2010 tarihli yazısı gereğince 25.03.2010 tarihinde haciz şerhinin işlendiği, dava dilekçesi ekinde bir örneği sunulan İstanbul 3. Tüketici Mahkemesinin 15.12.2009 tarihli ve 2007/104 Esas, 2009/539 Karar sayılı kararı ile, üçüncü kişi tarafından borçlu ve diğerleri hakkında 01.03.2007 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açıldığı, Mahkemece yapılan yargılama neticesinde; davanın kabul edildiği ve şikayete konu edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile şikayetçi adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiği, söz konusu kararın kesinleştiği, davaya konu haciz işleminin ise yukarıda özetlenen tapu iptali ve tescil karar tarihinden sonra 25.03.2010 tarihinde tapuya şerh edildiği anlaşılmıştır. O halde, Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önüne alınarak, dava konusu taşınmazın borçlu adına olan tapu kaydının iptali ile üçüncü kişi adına tesciline karar verildiği, tapuya yapılacak tescilin yukarıda anılan yasal düzenlemeler uyarınca kurucu nitelikte bir işlem değil bildirici nitelikte bir işlem olduğu, bu durumda mülkiyet hakkının haciz tarihinden önce davacı üçüncü kişiye geçtiğinin kabul edilerek, davanın kabulü yerine oluşa ve dosya içeriğine uygun düşmeyen gerekçe ile reddine yönelik hüküm kurulması doğru olmadığından, hükmün bozulması gerekirken onandığı anlaşıldığından onama kararının kaldırılarak hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak şikayetin kabulüne karar verilmiş, karara karşı alacaklı vekili tarafından temyiz yoluna başvurulmuştur.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taşınmaz üzerine konulan haczin 25.3.2010 tarihinde tapuya işlendiği, İstanbul 2. Tüketici Mahkemesi’nin 14.9.2006 tarihli kararı ile tapu kaydının iptali ve tesciline karar verildiği, kararın 29.3.2010 tarihinde kesinleştiği, 12.5.2010 tarihinde de taşınmazın üçüncü kişi adına tescil edildiği anlaşılmıştır.
Hemen belirtmek gerekir ki; Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2004 tarihli ve 2004/12-210 Esas, 2004/208 Karar Sayılı kararında da açıklandığı üzere, taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması zorunludur.
4721 sayılı TMK’nın 705. maddesinde; ‘Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır’ hükmü yer almaktadır.
Dairenin uyulan bozma ilamında ise, maddi hataya dayalı olarak dava konusu taşınmazın borçlu adına olan tapu kaydının iptali ile üçüncü kişi adına tesciline karar verildiği, tapuya yapılacak tescilin kurucu nitelikte bir işlem değil bildirici nitelikte bir işlem olduğu, bu durumda mülkiyet hakkının haciz tarihinden önce davacı üçüncü kişiye geçtiğinin kabulüne karar verilmiş ise de; TMK 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyeti kesinleşmiş mahkeme kararıyla tescilden önce kazanılabilir. Burada mülkiyeti kazandırıcı kararlar, niteliği itibariyle şekli yönden kesin hüküm halini almış yenilik doğurucu kararlardır.( Fikret Eren, Mülkiyet Hukuku, Ankara 2020, 5. Baskı,s.252)
Bu durumda, TMK’nın 705. maddesi gereğince tapu iptal ve tescil kararının kesinleşmesi sonucu mülkiyetin geçeceği anlaşıldığından şikayete konu taşınmazla ilgili açılan tapu iptal ve tescil davasında verilen kararın 29.3.2010 tarihinde kesinleştiği, tapuda tescil işleminin 12.5.2010 da yapıldığı, dava konusu taşınmaza tapuda borçlu adına kayıtlı iken 25.3.2010 tarihinde haciz konulduğu, bu haliyle haciz tarihinde taşınmazın borçlu adına kayıtlı olduğu görülmekle Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 26/06/2019 tarih, 2017/15005 E. 2019/6536 K sayılı ilâmı maddi hataya dayalı olup, mahkemece bozmaya uyulması, davacı/3. Kişi lehine usuli kazanılmış hak oluşturmayacağından, şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…“
Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2017 tarihli ve E.2017/12-374, K.2017/2015 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“ …
Kural olarak borcun, borçlu tarafından edime uygun biçimde ifa edilmesi gerekir (TBK.m.83). Borcun borçlu tarafından rıza ile ifa edilmemesi hâlinde ifa, Devletin cebri icra organları tarafından sağlanır. Bu aşamada girişilecek icra takibi üzerine borçluya ait mal varlığı unsurlarına haciz konulması ve hacizli varlıkların satışı ile elde edilecek tutarın alacaklıya ödenmesi söz konusu olur. Normal şartlarda borçluya ait olmayan para, mal ve hakların haczi mümkün değildir.
Somut olayda, şikâyet olunan alacaklı … tarafından, şikâyet dışı borçlular … ile … aleyhine ‘iş yerine yapılan masrafların tahsili’ amacıyla İstanbul 24. İcra Dairesinin 2012/13829 (yenileme üzerine: 2013/2155) sayılı takip dosyası üzerinden 13.07.2012 günü 7 Örnek genel haciz yolu ile ilamsız takip başlatılmış, ödeme emri her iki borçluya 17.07.2012 günü tebliğ edilmiştir. Yasal ödeme süresi olan yedi günlük sürenin itirazsız geçirilmesi üzerine, takibin kesinleştiği düşüncesiyle borçlu şirkete ait Beyoğlu Pirimehmetpaşa Mah., 2985 ada, 7 parsel üzerinde bulunan 11 numaralı bağımsız bölüm üzerine 07.08.2012 günü haciz konulmuştur.
Borçlular tarafından ödeme emrinin usulüne uygun biçimde tebliğ edilmediği ileri sürülerek hem takibe itiraz edilmiş hem de tebliğ tarihinin düzeltilmesi amacıyla 07.09.2012 günü (alacaklı … hasım gösterilerek) İstanbul 1. İcra Mahkemesine müracaat edilmiştir. Bu aşamada taşınmaz 24.12.2012 günü, hacizli olarak şikâyetçi şirkete satılmıştır. Yapılan yargılama sonunda İstanbul 1. İcra Mahkemesinin 14.1.2013 gün ve 2012/858 E., 2013/7 K. sayılı kararı ile ödeme emri tebliğ tarihi 06.09.2012 olarak düzeltilmiştir.
Düzeltilmiş tebliğ tarihine göre itirazın süresinde olduğu ve takibin itirazla durduğu dikkate alınarak haczin kaldırılması istenmiş ve icra dairesinin 17.01.2013 günlü kararı ile taşınmaz üzerindeki haciz kaldırılmıştır.
Alacaklının temyiz itirazı üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 06.05.2013 gün ve 2013/8692 E., 2013/17204 K. kararı ile tebligatın Tebligat Kanununun 21’inci maddesinin birinci fıkrasında gösterilen usule uygun olduğu belirtilerek icra mahkemesi kararı bozulmuştur.
Bozma kararı üzerine alacaklı vekili 11.06.2013 günlü başvurusuyla ‘kaldırılmış olan hacizlerin geriye yönelik tesisine karar verilmesini’ istemiş, bu talebi icra dairesinin aynı günlü kararı ile reddedilmiştir. Alacaklı [T. T.] vekili bu kez ret kararının iptali için icra mahkemesine başvurmuştur. Şikâyeti inceleyen İstanbul 7. İcra Mahkemesi 01.07.2013 gün ve 2013/586 E., 2013/532 K. sayılı kararı ile; diğer şikâyet sonunda verilen ret kararının Yargıtay’ca bozulması üzerine, İcra ve İflas Kanununun 40’ıncı maddesi uyarınca takibin olduğu yerde durduğu ve bozma kararı sonrasında verilmiş bir karar olmadığından, geçmiş tarihli haciz talebinin reddine ilişkin icra müdürlüğü kararının yerinde olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince (04.11.2013 gün ve 2013/25975 E., 2013/34436 K.) ilama dayanmayan takip bakımından İcra ve İflas Kanununun 40’ıncı maddesinin uygulanmayacağı ve takibin duracağına ilişkin gerekçenin yerinde olmadığı, tebliğ tarihinin düzeltilmesine ilişkin şikâyet üzerine verilen icra mahkemesi kararının bozulması ile alacaklının icra takip işlemlerine devam etmesine bir engel kalmadığı ve 11.06.2013 tarihli talep tarihi itibariyle İcra ve İflas Kanununun 78’inci maddesi uyarınca haciz işlemi uygulanmasına bir engel bulunmadığı vurgulanarak bozma kararı verilmiştir.
Bozma kararı üzerine icra dairesinin 18.12.2013 günlü ve ‘… taşınmaz kayıtlarına 06.08.2012 tarihi itibari ile haciz konulmasına, taşınmazlar hacizli olarak devredilmiş ise malik değişikliği hâlinde dahi aynı haczin 06.08.2012 tarihli olarak tatbikine…’ şeklindeki kararı üzerine taşınmazın tapu kaydına haciz şerhi işlenmiş; malik (üçüncü kişi) … vekili 30.01.2014 günlü talebi ile haczin fekkini istemiştir. İcra dairesince bu talebin reddi üzerine eldeki şikâyet icra mahkemesine arz edilmiştir.
Süreç dikkate alındığında şikâyetçi taşınmaz maliki üçüncü kişi konumundaki …’nin taşınmazı üzerindeki haciz şerhi ile satın aldığı hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Hacizli taşınmazı satın alan kimsenin, icra takibi sırasında bu haczin paraya çevrilmesi ihtimali ile karşı karşıya kalacağını öngörmesi gerekir.
Gerek ödeme emri tebliğ tarihinin düzeltilmesine ilişkin İstanbul 1. İcra Mahkemesi kararı ve gerek önceki tarihli haciz konulamayacağına ilişkin icra müdürü kararının yerinde olduğuna ilişkin İstanbul 7. İcra Mahkemesi kararının Yargıtay’ca bozulması üzerine ilk haczin konulduğu tarih olan 07.08.2012 günü itibariyle takibin kesinleşmiş olduğu ve sözü edilen haczin geçerli bulunduğu hukuken sabit olmuştur. Bu gerçekliğe rağmen, haczin kaldırılması ve tekrar konulamayacağına ilişkin icra dairesi işlemlerinin hatalı olduğu da hukuken tartışmasız hâldedir. Başından beri geçerli olduğu anlaşılan haczin kaldırılmasında alacaklıya atfedilecek bir kusur da bulunmamaktadır. Yargıtay kararları ile hatalı olduğu anlaşılan icra dairesinin işlemleri ile buna bağlı olarak oluşturulan icra mahkemelerinin kararları ve söz konusu taşınmazın üçüncü şahıs tarafından hacizli olarak satın alındığı göz önünde bulundurulduğunda, hiçbir kusuru bulunmayan alacaklının hukuki durumunu olumsuz biçimde etkilemiş, haklarını kaybetmesine neden olmuştur.
Gelinen noktada bu hataların giderilmesi, ancak alacaklının yanlış işlemlerden önceki hukuki durumu ne hâlde ise o hâle getirilmek suretiyle mümkündür. Nitekim İcra ve İflas Kanununun 40’ıncı maddesi bozma üzerine icranın tamamen veya kısmen eski hâline iade olunacağı hükmünü amirdir. Anılan düzenlemeye göre ilk derece mahkemesi kararının üst derece mahkeme tarafından kaldırılması ya da bozulması hâlinde icra muameleleri olduğu yerde durur, eğer kararın verilmesi ile kaldırılması ya da bozulması aşamasında ilam hükmü icra edilmiş ve sonrasında borcun hiç veya o tutarda olmadığı, kesin bir ilam hükmü ile anlaşılırsa icra tamamen veya kısmen eski hâline iade olunur (İİK m.40/II). Bu düzenleme genel mahkemelerce alacağın esasına ilişkin olarak verilen kararları kapsadığı gibi icra mahkemesi kararlarını da kapsar (Uyar, T.: İcra ve İflas Kanunu Şerhi, C.I, Manisa 1974, s.469). Somut olayda İcra ve İflas Kanununun 40’ıncı maddesi şartları gerçekleştiğinden 07.08.2012 günlü haczin ihya edilerek tapu sicilinin bu şekilde düzeltilmesi gerekir.
Bu işlemin yapılmaması, bir diğer deyişle haczin sonraki tarih esas alınarak konulması hâlinde alacaklının, ilk haciz tarihinde takyidatta bulunmayan hacizlerin ve ipoteklerin altına düşeceği ve bunun da yasaya aykırı biçimde kaldırılan haciz karşısında önemli bir hak kaybı olacağı tartışmasızdır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında eski tarihli haciz konulamayacağı, icra mahkemesi kararlarının infazı için kesinleşmesinin gerekmediği ve kararın bozulmasının geriye etkili sonuç doğurmayacağı, tapu sicili mevzuatı bakımından da geçmiş tarihli gün ve yevmiye numarası verilebilmesinin mümkün olmadığı; alacaklının talebi ile zaten 18.12.2013 günlü haciz şerhinin işlendiği ve taşınmazı hacizli olarak satın alan yeni malikin haczin kaldırılmasından sonra da borçtan sorumlu tutulmaya devam edilemeyeceği, alacaklının hak kaybının icra hukuku tekniği içinde çözümlenmesi gerektiği ileri sürülmüşse de bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Bu durumda borçluya ait olmayan bir taşınmazın kural olarak haczedilemeyeceği ancak taşınmazı hacizli olarak satın alan kimsenin haczin hukuki sonuçlarına katlanması gerektiği, somut olay bakımından gecikmiş itirazın kabulüne ilişkin icra mahkemesi kararı ile taşınmaz kaydındaki haczin kaldırıldığı tarih itibariyle yeni haciz konulması talebinin icra memurunca reddine ilişkin kararın kaldırılması istemli şikâyet sonucunda verilen ret kararının Yargıtay’ca bozulmasının şikâyet olunan-alacaklı lehine hak doğuracağı sonucuna varılmış ve taşınmaz maliki üçüncü kişi konumundaki şikâyetçi … vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanması gerekmiştir.
…”
Uluslararası Hukuk
İlgili uluslararası hukuk için bkz. Mustafa Altın[GK], B. No: 2018/10018, 27/10/2021, §§ 36-45.
İNCELEME VE GEREKÇE
Anayasa Mahkemesinin 30/3/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
Başvurucu, esasen satış avansını yatırmasına ve ilan edilmesine rağmen haczin kaldırılmasına karar verilmesi neticesinde alacağının tahsilinin imkânsız hâle geldiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu noktada daha sonra borçlunun başka taşınmazlarına da haciz işlemi uygulandığını ancak kendisinden önce on beş haciz olması nedeniyle alacağının tahsil edilemediğini vurgulamıştır. Bu kapsamda icra memurunun kusurlu işlemi sonucu oluşan zararlarının tazmini talebiyle açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedilmesinden yakınmıştır. Bununla birlikte İcra Müdürlükleri tarafından benzer işlemler yönünden farklı muamele yapıldığını beyan etmiştir. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle eşitlik ilkesiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Bakanlık görüşünde, öncelikle ilk haczin kesinleşme tarihinden itibaren iki yıl içinde satış avansının yatırılmadığı vurgulanmıştır. Diğer yandan söz konusu taşınmazın İstanbul 3. Tüketici Mahkemesinin 15/12/2009 tarihli kararıyla üçüncü kişi lehine tesciline karar verildiğine ve bu kararın 12/5/2010 tarihinde kesinleştiğine dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun takibe konu senette lehtar yönünden takip yapmadığı, yalnızca keşideci yönünden takip yaptığı izah edilmiştir. Ayrıca dosya kapsamından 2002 yılında vefat eden borçlunun babasından kalan yirmi iki farklı taşınmazın olduğu ancak başvurucunun borçlunun belirli bir taşınmaza yönelik icra takibi ve haciz yoluna başvurduğuna işaret edilmiştir. Buna göre başvurucunun borçlunun babasının ölümü akabinde birden fazla taşınmaz ile ilgili hukuki işlem başlatması imkânı olmasına rağmen bu hakkı kullanmadığı beyan edilmiştir. Bu bilgiler ışığında başvurucunun alacağına kavuşma hususunda herhangi bir ihmal gösterip göstermediğinin de değerlendirilmesi gerektiği açıklanmıştır.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda belirttiği iddialarını yinelemiştir. Buna ilave olarak Tüketici Mahkemesinin taşınmazın üzerindeki takyidatlarla ve yükümlülüklerle birlikte D.Ç. adına tescile karar verdiği tarihten önce kendi lehine haciz şerhinin mevcut olduğuna ancak derece mahkemelerince bu hususun dikkate alınmadığına değinmiştir. Başvurucu bu bağlamda söz konusu Tüketici Mahkemesinin kendisi ve diğer iyi niyetli üçüncü kişilerin hak ve alacaklarını güvence altına alarak tescil kararı verdiğini özellikle vurgulamıştır.
Değerlendirme
Anayasa’nın“Mülkiyet hakkı”kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.
Kabul Edilebilirlik Yönünden
Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.Esas Yönünden
Somut olayda kamu makamlarının başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik doğrudan bir müdahalesi olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
Mülkün Varlığı
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26;İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Somut başvuru yönünden başvurucunun alacağının varlığı kambiyo senedine dayandığına göre icra edilebilir nitelikteki söz konusu alacağın mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Genel İlkeler
Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa’nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedenigerçek anlamda korumasağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).
İkinci olarak başvurucuya mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa’nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36;Bekir Yazıcı[GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).
Son olarak ise başvurucunun mülkiyet haklarını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).
Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklarla ilgili olsun ya da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır. Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir. Devlet bu sistemi kurarken gerek alacaklının gerekse de borçlu ve ilgili üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmek, kişilerin mülkiyet haklarının korunması için gerekli tedbirleri almak durumundadır. Buna göre bir yandan alacaklının mülkiyet hakkı kapsamında bulunan alacağına kavuşması için etkin bir icra yolunun oluşturulması, öte yandan da icradan etkilenen borçlu ve ilgili diğer kişilere mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilmeleri için etkin biçimde itiraz edebilme imkânının tanınması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.[GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 71, 72; Nihal Soydan, B. No: 2015/3112, 23/1/2019, § 35; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, §§ 14, 15; AYM, E.2019/59, K.2020/61, 22/10/2020, §§ 22, 23).
Alacağın ödenmemesi nedeniyle başlatılan icra takibinde alacaklı ve borçlunun mülkiyet hakkı çatışmaktadır. Bu nedenle icra takip sürecinin alacaklı ve borçlu tarafın menfaatlerini dengeleyecek yolları öngörmesi gerekmektedir. Bununla birlikte kanun koyucunun öngördüğü düzenlemelerin menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine ölçüsüzlüğe neden olması mülkiyet hakkı yönünden pozitif yükümlülüklerle de bağdaşmayabilir. Bu bağlamda her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması gerekir. Menfaat dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde ise taraflara tanınan tüm imkânların gözönünde bulundurulması zorunludur (AYM, E.2019/59, K.2020/61, 22/10/2020, § 24).
iii. İlkelerin Olaya Uygulanması
Somut olayda üçüncü kişi D.Ç. tarafından D.A.K. aleyhine başvuru konusu taşınmazın tapusunun iptali ve tescili talebiyle 1/3/2007 tarihinde Tüketici Mahkemesinde açılan dava devam ederken başvurucunun 14/4/2008 tarihinde D.A.K. aleyhine başlattığı takibin kesinleşmesi üzerine başvuru konusu taşınmazın tapu kaydına 17/4/2008 tarihinde haciz şerhi konulmuştur. Ardından Tüketici Mahkemesinin davanın kabulüyle taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte davacı üçüncü kişi D.Ç. adına tesciline dair 15/12/2009 tarihli kararı 29/3/2010 tarihinde kesinleşmiş ve 12/5/2010 tarihinde taşınmaz tapuya tescil edilmiştir.
Müteakiben üçüncü kişi D.Ç.nin talebi üzerine başvurucu tarafından satış avansının yatırılmamasına ve Üsküdar 3. Asliye Hukuk Mahkemesince 10/5/2010 tarihinde satışın tedbiren durdurulmasına karar verilmiş olması gerekçesiyleÜmraniye 1. İcra Müdürlüğünce 19/9/2011 tarihinde haczin kaldırılmasına hükmedilmiştir. Ancak başvurucunun şikâyeti üzerine Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesince satış masraflarının yatırıldığı ve haczin fekkini gerektirecek bir durum olmadığı gerekçesiyle 12/4/2012 tarihinde haczin kaldırılması kararının kaldırılmasına karar verilmiş ve aynı tarihte taşınmazın tapu kaydına ikinci kez haciz şerhi konulmuştur (bkz. §§ 11-13).
Bir kez daha D.Ç.nin talebi üzerine taşınmazın ikinci haciz tarihinde takip borçlusu olmayan D.Ç. adına kayıtlı olması ve Tüketici Mahkemesi kararının dava tarihi itibarıyla konulmuş hacizlere ilişkin olduğu yönündeki bozma ilamına uyularak 6/3/2014 tarihinde ikinci haciz şerhi işleminin de kaldırılmasına karar verilmiştir (bkz. §§ 14,15).
Bunun üzerine başvurucunun İcra Müdürlüklerinin haczin kaldırılması kararlarındaki kusurları nedeniyle açılan başvuru konusu tazminat davasının da reddine karar verilmiştir. Mahkemece, icra takibinden önce taşınmazın tapu kaydının iptali davasının açılmış olması, haciz kararı sonrasında satış işleminin tedbiren durdurulması ve tapu kaydının iptaliyle D.Ç. adına tesciline karar verilmiş olması nedeniyle satışın gerçekleşmeyeceği belirtilmiştir. Buna göre de taşınmazın üçüncü kişi adına tescil edilmesiyle oluşan zarar ile icra müdürlüğü işlemleri arasında nedensellik bağının koptuğu ve başvurucunun tazminat talep etme koşullarının bulunmadığı ifade edilmiştir.
Başvurucu, temel olarak icra memurlarının hatalı işlemleri sonucu alacağını tahsil etme imkânının ortadan kalktığını belirterek oluşan zararlarının tazmin edilmemesinden yakınmaktadır.
Bu noktada evvela belirtmek gerekir ki satış avansının başvurucu tarafından yatırılmasına rağmen Üsküdar 4. İcra Müdürlüğünün satış avansının yatırılmadığına ilişkin kabulünün hatalı olduğu nihai ve kesin olarak bir yargı kararı ile belirlenmiş durumdadır.
Bununla birlikte İcra Müdürlüğünün bu hatalı işleminin tek başına başvurucunun alacağını tahsil etme imkânını ortadan kaldırıp kaldırmadığı ihtilaf konusudur. Bu bağlamda ikinci haciz şerhi işleminin kaldırılması talebini inceleyen İcra Hukuk Mahkemesince Tüketici Mahkemesinin taşınmaz üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte D.Ç. adına tapuya tesciline karar verilmesi ve haciz tarihinin bu tescil kararından önce olması nedeniyle Tüketici Mahkemesi kararının aynen uygulanması gerektiği görüşü benimsenmiştir. Buna mukabil bu kararın temyiz incelemesinde taşınmazın haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlunun adına kayıtlı olması gerektiği oysa somut olayda taşınmazın yeni haciz tarihinde takip borçlusu olmayan D.Ç. adına kayıtlı olduğu ve ayrıca Tüketici Mahkemesi kararının o dosyadaki dava tarihi itibarı ile konulmuş hacizlere ilişkin olduğu Dairece açıklanmıştır.
Bunun yanı sıra D.Ç.nin başvuru konusu taşınmazı D.A.K.dan satın aldığını ve Tüketici Mahkemesince taşınmazın adına tesciline hükmedilmesine rağmen D.A.K.nın başvurucuya borcundan dolayı başvurucu tarafından haciz konulduğunu belirterek takibin durdurulması ve taşınmazın kendisine ait olduğunun tespiti ile haczin fekki talebiyle açtığı istihkak davasının reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, Tüketici Mahkemesince başvuru konusu taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte D.Ç. adına tesciline karar verildiği, kesin hüküm teşkil eden bu karardan önce taşınmaz üzerinde haczi bulunan başvurucuya karşı istihkak iddiasında bulunulamayacağı ifade edilmiştir (bkz. §§ 16, 17).
Öte yandan Dairenin başka bir alacaklı tarafından aynı taşınmaza ilişkin tesis ettirilen haciz şerhinin kaldırılmasına yönelik olarak yukarıda paylaşılan istihkak davasına dair 13/10/2021 tarihli karar düzeltme kararında, başvuru konusu taşınmazın borçlu D.A.K. adına olan tapu kaydının iptali ile üçüncü kişi D.Ç. adına tescili kararının kurucu değil bildirici nitelikte bir işlem olduğu vurgulanmıştır. Buna göre Dairenin uyulan bozma ilamında, mülkiyet hakkının haciz tarihinden önce davacı üçüncü kişiye geçtiğinin kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu, 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kesinleşmiş mahkeme kararıyla tescilden önce kazanılabileceği ifade edilmiştir. Bu çerçevede başvuru konusu taşınmazla ilgili olarak Tüketici Mahkemesinde görülen tapu iptali ve tescil davasında verilen kararın 29/3/2010 tarihinde kesinleştiği oysa henüz bu karar kesinleşmeden önce taşınmazın tapuda borçlu adına kayıtlı iken 25/3/2010 tarihinde haciz konulduğu belirtilerek haczin kaldırılması kararının doğru olmadığı izah edilmiştir (bkz. § 31).
Başvuru konusu icra takibinde ise 15/12/2009 tarihli tescil kararından önce 17/4/2008 tarihinde haciz şerhi konulmuştur. Dolayısıyla atıf yapılan emsal karardaki (bkz. § 31) olayla benzer şekilde haciz tarihinde 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesi gereğince henüz tescil kararı kesinleşmediğinden taşınmazın D.Ç.ye geçmediği, borçlu D.A.K. adına olan tescilin varlığını sürdürdüğü anlaşılmıştır. Ayrıca yukarıda alıntılanan Daire kararında da belirtildiği gibi taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması kuralına uygun olarak somut olayda da haciz tarihinde taşınmazın borçlu D.A.K. adına kayıtlı olmaya devam ettiğinin altı çizilmelidir. Öte yandan belirtmek gerekir ki taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte davacı üçüncü kişi D.Ç. adına tesciline karar verilmiş ve kararın gerekçesinde dava tarihinden önce veya sonra konulan hacizler yönünden bir ayrım yapılmamıştır. Ancak Tüketici Mahkemesinin taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte tesciline dair hükmünü yorumlayan Dairenin burada kastedilen haczin dava tarihi itibarı ile konulmuş hacizlere ilişkin olduğu değerlendirmesinin de haciz kararının kaldırılmasında etkili olduğuna dikkat çekmek gerekir.
Ayrıca başvurucu aleyhine açılan istihkak davasında da taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte D.Ç. adına tesciline karar verildiği, kesin hüküm teşkil eden bu karardan önce taşınmaz üzerinde haczi bulunan başvurucuya karşı istihkak iddiasında bulunulamayacağı ifade edilmiştir (bkz. §§ 16, 17). Bizatihi bu karar nazara alındığında dahi kesin hükme saygı ve kesin hükmün bağlayıcı olması ilkeleri gereğince -kanunun öngördüğü ayrık durum dışında- hükmü veren Tüketici Mahkemesi de dâhil diğer bütün mahkemelerin, icra müdürlüklerinin ve diğer ilgili kurumların bu kararla bağlı olması gerekirken haciz kararı kaldırılarak Tüketici Mahkemesi kararının sağladığı güvencenin işlevsiz duruma getirildiği söylenebilir.
Bu olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde hem icra müdürlüklerinin hatalı işlemleri hem de derece mahkemelerinin 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesi ile kesin hükme saygı ve kesin hükmün bağlayıcılığı ilkelerine aykırı yorumlarının başvurucunun alacağını tahsil etmesini önemli ölçüde güçleştirdiği anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte başvurucunun icra işleminin hatalı olduğunu belirterek açtığı tazminat davası illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle reddedilmiştir.Yukarıda da değinildiği üzere ilk haciz kararı İcra Müdürlüğünce kaldırılmıştır. Bu haczin kaldırılması nedeniyle yeniden haciz konulmasına ilişkin yargı sürecinin sonucu ne olursa olsun başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağına kavuşması geciktiğinden bir zarara yol açıldığı sabittir.
Üstelik yukarıdaki tespitler doğrultusunda Tüketici Mahkemesince başvuru konusu taşınmazın üzerindeki haciz ve şerhlerle birlikte tescili kararı ve bu kararı yorumlayan -başvurucu aleyhine açılan istihkak davasındaki- Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesi kararının nihai, bağlayıcı ve icra edilebilir nitelikte olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Buna mukabil bu kesinleşmiş hükümlere müdahale edilmesini gerektirecek zorlayıcı ve istisnai durumların yine usul hukukunda öngörülen müesseseler çerçevesinde objektif ve kabul edilebilir ölçüde ortaya konulmadan başvurucunun lehine olan bağlayıcı mahkeme kararlarının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde kararlar verildiği anlaşılmıştır. Başka bir ifadeyle bağlayıcı nitelikteki Tüketici Mahkemesi ve Ümraniye 1. İcra Hukuk Mahkemesi hükümlerinin icra edilebilirliğinin yeni bir mahkeme kararıyla etkisiz hâle getirilmesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağını tahsil etmesi imkânı güçleştirilmiştir.
Ayrıca benzer bir uyuşmazlıkta Yargıtay Hukuk Genel Kurulu; hacizli olarak satın alınmasından sonra haczin hukuki bir hata ile fekki üzerine (artık üçüncü kişinin mülkiyetinde bulunan) taşınmazın, takip borçlusu önceki malikin borcu için haczedilebileceğine,üstelik bu haczinihya suretiyle ve önceki tarihle konulacağına karar vermiştir. Söz konusu kararda Yargıtay kararlarıyla hatalı olduğu anlaşılan icra dairesinin işlemleri ile buna bağlı olarak oluşturulan icra mahkemelerinin kararları, ayrıca taşınmazın üçüncü şahıs tarafından hacizli olarak satın alındığı gözönünde bulundurularak hiçbir kusuru olmayan alacaklının hukuki durumunun olumsuz biçimde etkilendiği ve haklarını kaybetmesine neden olunduğu açıklanmıştır (bkz. § 32).
Sonuç olarak hatalı olarak ilk haciz işleminin İcra Müdürlüğünce kaldırıldığı nihai bir yargı kararıyla tespit edilmesine rağmen herhangi bir tazminat ödenmemesi başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklenmesine yol açmıştır. İlk haczin kaldırılmasından sonraki yargılama sürecinde ikinci haczin kaldırılmış olması da başvurucuya yüklenen külfeti daha da ağırlaştırmıştır. Bu durumda somut olayın koşulları altında Anayasa’nın 35. maddesiyle öngörülen pozitif yükümlülüklerin yerine getirilemediği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Değerlendirme
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52). Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
Somut olayda başvurucu 6/10/2015 tarihinde dava açmış, bu dava Yargıtayın 13/11/2018 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 3 yıl 1 ay 7 günlük yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varmak gerekir. Bu durumda makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açıktır.
Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizinaçıkça dayanaktan yoksun olmasınedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Giderim Yönünden
Başvurucu; ihlalin tespiti, tazminat ve yeniden yargılama taleplerinde bulunmuştur.
Başvuruda tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargımercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılamaişlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
Adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olmasınedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 25. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/340, K.2016/450) GÖNDERİLMESİNE,
Başvurucunun tazminat talebininREDDİNE,
364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,
Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.