Kambiyo Senetlerine Özgü Haciz YoluYargıtay Kararları

İmzaya İtiraz da imzanın borçluya ait olduğunu” kanıtlama külfetinin alacaklıya ait olduğu gözardı edilmemeli ve ispat yükünü ters çevirecek bir uygulamaya da gidilmemelidir

12. HD. 20.01.2022 T. E: 2021/10520, K: 730-


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi Y. A. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından, bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla icra takibine başlandığı, örnek 10 numaralı ödeme emrinin tebliği üzerine borçlu şirketin ve avalist G. Şentürk’ün yasal sürede icra mahkemesine başvurarak takibe dayanak senetteki keşideci ve avalist imzalarının şirket yetkililerine ve avaliste ait olmadığını ileri sürerek imzaya itiraz ettikleri, mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda istemin reddine hükmedildiği, kararın borçlular tarafından temyizi üzerine Dairemizce, hükme esas alınan bilirkişi raporunun imzaların aidiyeti konusunda hüküm kurmaya elverişli olmadığı belirtilerek, yeniden üç kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor alınarak sonuca gidilmesi gerektiğinden bahisle bozulduğu, bozma üzerine devam edilen yargılamada mahkemece üç kişilik bilirkişi heyetinden 08.8.2016 ve 19.8.2020 tarihli raporların alındığı, 19.8.2020 tarihli heyet raporuna dayanılarak imza itirazının kabulü ile takibin muteriz borçlular yönünden durdurulmasına ve alacaklı aleyhine tazminat ve para cezasına hükmedilmesine karar verildiği, kararın alacaklı tarafından temyiz edildiği görülmektedir.

Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz İİK’nun 170. maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddenin üçüncü fıkrasında, icra mahkemesince imza incelemesinin aynı Kanun’un 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapılması gerektiğine işaret edilmektedir.

İİK’nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasında ise; “İmza tatbikinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun bilirkişiye ait hükümleri ile 309. maddesinin 2., 3. ve 4. fıkraları ve 310, 311 ve 312. maddeleri hükümleri uygulanır” hükmü yer almaktadır. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447/2. maddesinde yer alan “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18/06/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yapılan yollamalar, Hukuk Muhakemeleri Kanununun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır” düzenlemesi nedeniyle uygulanması gereken aynı Kanun’un 211. maddesinde ise imza incelemesinin yöntemi gösterilmiş olup, buna göre hakim bilirkişi incelemesine karar verir ise önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzaları, ilgili yerlerden getirtir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda, tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir. Vurgulamakta yarar vardır ki, anılan belgelerin tamamlanması konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26/04/2006 gün ve 2006/12-259 E. 2006/231 sayılı kararında da açıklandığı üzere, eldeki davanın niteliği itibariyle “imzanın borçluya ait olduğunu” kanıtlama külfetinin alacaklıya ait olduğu gözardı edilmemeli ve ispat yükünü ters çevirecek bir uygulamaya da gidilmemelidir (Hukuk Genel Kurulu’nun 06/02/2008 gün ve 2008/12-77 E. 2008/90 sayılı kararı).

Özetlemek gerekir ise, imza incelemesinde öncelikle senedin keşide tarihinden öncesine ilişkin borçlunun uygulamaya elverişli imzalarını taşıyan belgeler, keşide tarihine en yakın tarihli olanından başlayarak bilirkişice mukayeseye esas alınmalıdır. Senedin keşide tarihinden öncesine ilişkin belge bulunamazsa daha sonraki tarihli belgeler, uygulamaya elverişli imza örneği taşıyan herhangi bir belge temin edilemez ise, borçlunun duruşmada alınan medarı tatbik imza ve yazı örnekleri üzerinden inceleme yapılmalıdır. Sıhhatli bir sonuç alınabilmesi için, inkar edilen imzanın atıldığı tarihten öncesinde veya mümkün olduğu kadar yakın tarihlerde düzenlenen belgelerde bulunan borçluya ait imzaların celbedilip ondan sonra bilirkişi incelemesi yapılması gerekir.

Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.05.2001 gün 2001/12-436 E., 2001/467 K. ve 06.06.2001 tarih ve 2001/12-466 E., 2001/483 K. sayılı kararlarında da aynen benimsendiği gibi; herhangi bir belgedeki imza veya yazının, atfedildiği kişiye ait olup olmadığı hususunda yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve yeterli teknik donanıma sahip bir laboratuvar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak, grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması, bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir, baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özelliklerin tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta, imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakları gösterilmiş, tarafların, mahkemenin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması, gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduklarının fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır.

Dosya kapsamında bulunan Ankara 57. Noterliği’nin 25.01.2011 tarihli imza sirkülerine göre borçlu şirket yetkililerinin G. Şentürk ve A. Şentürk olduğu, alacaklı tarafça takip konusu senedin G. Şentürk tarafından imzalandığının iddia edildiği, senedin A. Şentürk tarafından imzalanmadığı hususunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmadığı, buna göre mahkemece bilirkişiye A. Şentürk yönünden imza incelemesi yaptırılmasının fuzuli olduğu görülmektedir.

Mahkemece hükme esas alınan 19.8.2020 tarihli üç kişilik heyet tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda; G. Şentürk yönünden mukayeseye esas belgeler grafolojik özellikleri bakımından iki gruba ayrıldıktan sonra, adı geçenin bir kısım mukayese belgelerdeki imzaların sahte olduğunu iddia etmesi nedeniyle, mahkeme huzurunda alınan imzaların samimi imza olarak kabulü ile istiktap imzalara kıyasla birinci grup imzaların G. Şentürk’ün eli ürünü olduğu, ikinci grup imzaların adı geçenin eli ürünü olmadığı, takip konusu senetteki imzaların ise, ikinci grup mukayese belgelerdeki imzalarla aynı olduğu, bu suretle ikinci gruptaki mukayese belgelere nazaran senetteki imzanın G. Şentürk eli ürünü olmadığı sonucuna varıldığı anlaşılmaktadır.

6100 sayılı HMK’nun 204/1 maddesinde; “İlamlar ile düzenleme şeklindeki noter senetleri, sahteliği ispat olunmadıkça kesin delil sayılırlar” hükmü ile; 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nun 82. maddesinde; “Bu kanun hükümlerine göre belgelendirilen işlemler resmi sayılır.

Noterler tarafından bu kısmın ikinci bölümünün hükümlerine göre düzenlenmiş olan hukuki işlemler, sahteliği sabit oluncaya kadar geçerlidir.

Bu kısmın üçüncü bölümü hükümlerine göre noter tarafından yapılan imza onaylaması, onaylanan imzanın ilgiliye ait oluşunu belgelendirme niteliğinde bulunup, hukuki işlemlerin içindekileri kapsamaz. Bu işlemlerde imza ve tarih, sahteliği sabit oluncaya kadar geçerlidir. İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri dışında kalan noterlik işlemleri aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir” hükmü yer almaktadır.

Yukarıda anılan bilirkişi raporunda; ikinci grup imzalar olarak belirtilen mukayeseye esas imzaları içerir belgelerin, sahteliği mahkeme kararı ile tespit edilmemiş, borçlunun imzalarını içeren ve piyasada işlem gören belgeler (noter belgeleri, banka kredi sözleşmeleri, ihale belgeleri) oldukları görülmekte olup, mahkeme huzurunda alınan imzaların mukayese belgelerdeki imzalara üstünlüğü bulunmadığı gibi, bilirkişi raporunda iki gruba ayrılan mukayeseye esas belgelerdeki imzaların, istiktap imzalarla karşılaştırılması suretiyle borçluya ait olup olmadığının tespiti yoluna gidilemeyeceğinin kabulü gerekir.

O halde mahkemece; dosya içerisinde bulunan, borçlu şirket yetkilisi G. Şentürk’ün imzasını taşıyan ve hakkında sahtelik kararı bulunmayan tüm mukayese belgelerdeki imzaların, bir gruplandırma yapılmadan incelemeye esas alınması suretiyle Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, mukayese belgelerin iki gruba ayrılması ve istiktap imzalarına üstünlük tanınması sonucu hazırlanan, hüküm kurmaya elverişli olmayan bilirkişi raporuna dayanılarak sonuca gidilmesi isabetsiz olup, mahkeme kararının bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/01/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

12. HD. 20.01.2022 T. E: 2021/10520, K: 730

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu