2022 YılıHGKİstihkak Davalarında Mülkiyet Karinesi (İİK. 97/a)Üçüncü Şahsın İstihkak İddiası (İİK 97)

İstihkak davası- Üçüncü kişinin lehine verilen kararda tazminata hükmedilmemesi- Genel mahkemede açılan tazminat davası- Maddi tazminat- Manevi tazminat-

İstihkak davaları açısından İİK 97/15’de düzenlenen tazminatın icra hukukuna özgü götürü bir tazminat niteliğinde olduğu ve genel hükümlere dayanılarak açılan gerçek zararın tazminine yönelik davalar yönünden engel oluşturmayacağı- Üçüncü kişinin lehine sonuçlanan istihkak davasına ilişkin kesinleşen kararda, “davalı alacaklının kötüniyet tazminatına mahkum edilmemiş olması”, genel hükümlere dayalı tazminat davası açılmasına engel değilse de, davalı şirketin davacıya zarar vermek amacıyla hareket etmediği, kötü niyetinin ve ağır kusurunun bulunmadığı anlaşıldığından, davalının manevi tazminattan dolayı sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı; “manevi tazminat için ağır kusurun varlığı şart olmadığından ve davalının manevi tazminat sorumluluğunu gerektirir kusurlu bir eylemi bulunduğundan, davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği” görüşünün HGK çoğunluğunca benimsenmediği- Davacı şirketin  muhafaza alınan alınan tezgâhları yeniden edinebileceği ve faaliyete geçirebileceği makul süre belirlenerek haciz tarihi ile yeniden edinebileceği tezgâhları faaliyete geçireceği tarih arasındaki “kazanç kaybının”, o tarihteki işyeri kapasitesi ve vergi durumu da araştırılarak belirlenmesi ve bu şekilde belirlenen zararın maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınması gerektiği; “davalının kötü niyetli olmadığı gibi maddi tazminat sorumluluğunu gerektirir kusurlu bir eylemi de bulunmadığından maddi tazminat talebinin reddi gerektiği” görüşünün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Asıl Davada Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; makine parçası imalatı yapan müvekkili şirketin 12.04.2006 tarihinde dava dışı finansal kiralama şirketinden üç adet tezgâh satın aldığını, 10.07.2006 tarihinde kullanımında olan tezgâhların daha önceden A. Ltd. Şirketi’nin borcundan dolayı haczedildiği belirtilerek icra memuru ve alacaklı vekilince muhafaza altına alınmak istendiğini, müvekkilinin satın aldığına ilişkin faturaları icra dosyasına ibrazı üzerine herhangi bir işlem yapılmadığını, ancak 08.09.2006 tarihinde davalı vekilinin icra memuru ile tekrar gelerek CNC tezgâhı yediemin olarak müvekkilinin işyerinde bırakılırken diğer torna ve taşlama tezgâhlarının ise muhafaza altına alınarak götürüldüğünü, davalının tezgâhların A. Ltd. Şirketindeki aşamalarını ve leasingli olduğunu bilmesine rağmen icra işlemi gerçekleştirdiğini, istihkak davasının yedi yıl sonra karara bağlanarak müvekkili lehine sonuçlandığını, kararın kesinleşmesinden sonra tezgâhları teslim almak isteyen müvekkilinin tezgâhlardan birini teslim aldığını ancak diğer tezgâhın teslim edilmediğini, davalının ve sahibi olduğu şirketin haksız eylemleri sebebiyle parasını ödeyerek satın aldığı tezgâhların müvekkili tarafından yedi yıl boyunca kullanılmadığını, yüzey taşlama tezgâhını kullanamadığından 240.000TL, torna tezgâhını kullanamadığından 260.000TL, teslim edilmeyen taşlama tezgâhının bedeli olan 25.000TL olmak üzere toplam 525.000TL maddi tazminat ile 40.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Asıl Davada Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; husumet, görev-işbölümü ve yetki itirazında bulunduklarını, esasa ilişkin olarak mülkiyeti ihtilaflı, üretimde doğrudan kullanılmayan davaya konu makineler için istihkak davasının kesinleşme tarihine kadar zarar talep edilmesinin mümkün olmadığını, davacının istihkak davası boyunca makinelerin kendisine teslimini talep edebilecekken tazminat talep etmesinin iyiniyet ilkesine aykırı olduğunu, alacağını tahsil yönünde hakkını kullanan müvekkilinden tazminat talep edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Birleşen Davada Davacı İstemi:

6. Davacı vekili dava dilekçesinde; icra dairesince muhafaza altına alınan tezgâhlar sebebiyle oluşan zarar miktarına zararın doğduğu her bir ayın sonundan itibaren asıl davanın açıldığı 03.12.2013 tarihe kadar hesaplanacak ticari faizin davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Birleşen Davada Davalı Cevabı:

7. Davalı vekili asıl dava dosyasındaki cevap dilekçesi ile aynı içerikte cevap dilekçesi sunmuş ve davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

8. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.10.2015 tarihli ve 2013/634 E., 2015/385 K. sayılı kararı ile; dava dışı A. Ltd. Şirketinden alacaklı olan davalının icra dosyasında 05.12.2005 tarihli ihtiyati haciz tutanağı ile tezgâhları önce haczettirdiği, daha sonra finans şirketinin makineleri A. Ltd. Şirketinden alıp davacı şirkete sattığı, hacizlerden haberdar olmayan davacıya ait dava konusu iki tezgâhın davalının alacaklı olduğu icra dosyasında muhafaza altına alındığı, davacının açtığı istihkak davası sonucunda hacizlerin kaldırılmasını sağlayıp makinelerden birini aldığı ancak diğer makinenin bulunamadığı, davalının dava konusu makinelerin haciz ve muhafaza işlemlerini haksız yaptırdığı, tezgâhlar davacıda olsaydı yapılacak bakım ve tamir masrafları ile yıpranma payının hesaba katılması gerektiğinden kazanç kaybından %25 oranında takdiri indirim yapıldığı, davanın tarafları arasında doğrudan bir ticari iş ilişkisi bulunmadığı, davanın haksız fiil sebebiyle tazminata ilişkin olduğu, bu durumda ticari faiz talebinin kabul edilemeyeceği ancak yasal faiz talebinin yerinde olduğu gerekçesiyle 25.000TL Proth marka yüzey taşlama tezgâhı bedeli ile 145.400,58TL kazanç kaybının ve 20.000TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 08.09.2006 tarihinden (muhafaza tarihinden) itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 19.02.2018 tarihli ve 2016/5166 E., 2018/1039 K. sayılı kararı ile; “….1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davalının manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde:

… Dosya kapsamından, davacı şirket tarafından davalı ve dava dışı A. K. Müh. LTD ŞTİ’ye karşı açılan istihkak davasında yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü ile davacı yararına % 15 kötüniyet tazminatına hükmedildiği, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2013/424 esas 2013/2260 karar sayılı ilamında sadece finansal kiralama sözleşmesinin varlığından haberdar olmanın ve yasal bir hakkın kullanılması kapsamında istihkak iddiasına karşı çıkmanın kötüniyet olarak değerlendirilmemesi gerektiği belirtilerek “…%15’i oranında tazminatın davalı alacaklıdan alınarak davacıya ödenmesine” ibaresinin çıkartılarak yerine “İİK’nin 97/15. maddesindeki yasal koşullar oluşmadığından tazminata hükmedilmesine yer olmadığına“ ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekli ile düzeltilerek onanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Şu durumda davalının haciz işleminde kötü niyet ve ağır kusuru bulunmadığından manevi tazminatın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

3-Davalının maddi tazminata yönelik temyiz itirazlarına gelince:

Dosyanın incelenmesinde, davacının haczedilen dava konusu tezgâhları 7 yıl kullanamadığını belirterek, buna istinaden gelir kaybı talebinde bulunmasının hayatın olağan akışına ve iş yerinin çalışma şartlarına uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Davacının makul sürede dava konusu tezgâhların yerine yenisini alıp faaliyetini sürdürmesi mümkündür. O halde bu tezgâhları ne kadar sürede yeniden edinebileceği ve faaliyete geçirebileceği belirlenerek bilirkişiden bu yönde alınacak rapor doğrultusunda haciz tarihi ile yeniden edindiği tezgâhları faaliyete geçireceği tarih arasındaki kazanç kaybının davacının o tarihteki iş yeri kapasitesi, vergi durumu da araştırılarak maddi tazminat isteminin kabulü yerine 7 yıllık süre üzerinden hesaplattırılan miktara hükmedilmesi doğru değildir. Kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir….” gerekçesiyle bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazları incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

11. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.11.2019 tarihli ve 2019/341 E., 2019/565 K. sayılı kararı ile; icra takibi sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişinin doğmuş olan zararının maddi veya manevi olabileceği, haksız haczin tespiti hâlinde haksız fiil hükümlerine dayanılarak manevi tazminat talebinde bulunulabilmenin mümkün olduğu, bu durumda haksız hacze uğrayanın ticari itibarının zedelendiği dikkate alınarak manevi tazminat talebinin kabulü gerektiği, kazanç kaybından kaynaklı maddi tazminata ilişkin olarak bozma doğrultusunda yeniden rapor alınmasının yargılamanın gereksiz yere uzamasına sebep olacağı ve usul ekonomisine aykırı olduğu, bozma öncesi alınan bilirkişi raporlarının dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda;

a- Davacının davalı ve dava dışı şirkete açtığı istihkak davasında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 97. maddesinin 15. bendindeki yasal koşullar oluşmadığından tazminata hükmedilmesine yer olmadığına karar verilmesi karşısında, davalının istihkak davasına konu edilen mallar üzerinde yapılan haciz işleminde kötü niyeti ve ağır kusuru bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği,

b- Davacının maddi tazminat talebine yönelik mahkemece yapılan araştırmanın ve alınan bilirkişi raporlarının hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının dava konusu tezgâhlar yerine yenisini ne kadar sürede edinebileceği ve faaliyete geçirebileceğinin tespiti ile haciz tarihi ile yeniden edindiği tezgâhları faaliyete geçireceği tarih arasındaki kazanç kaybının belirlenerek davacının işyeri kapasitesi, vergi durumu da araştırılarak maddi tazminat miktarının belirlenmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A. Manevi tazminat yönünden;

14. Dava; haksız haciz nedeniyle kişilik hakları zarara uğrayan kişinin maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

15. Haksız haciz, tüm koşulları gerçekleştiğinde haksız fiil oluşturmakla görülmekte olan davanın hukuksal dayanağı haksız fiildir. Bu nedenle haksız fiil kavramı ile bu hukukî müessesenin kanuni düzenlemeleri üzerinde durulmasında yarar vardır.

16. Haksız fiilden doğan borçlar; 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 41 ilâ 60 [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49 ilâ 76] maddeleri arasında düzenlenmiştir.

17. Olay tarihinde yürürlükte bulunan BK’nın “Mesuliyet şeraiti” başlıklı 41. maddesinde;

“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.

Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” hükmü yer almaktadır.

18. Yargılama sırasında 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nın “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi de; “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür” hükmünü taşımaktadır.

19. Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Bir haksız fiil sonucu zarara uğrayan kimse, uğradığı zararın tazminini bu haksız fiilden sorumlu olan kimseden veya kimselerden talep edebilir.

20. Manevi zarar ise, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.

21. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı TBK’nın) haksız fiile ilişkin hükümlerinin uygulanabilmesi için ilk olarak saldırının hukuka aykırı olması gerekir. Hukuka uygun bir eylem, bu maddenin uygulanmasına imkân vermez. İkinci koşul ise kişilik haklarına saldırıda bulunanın kusursuz sorumluluk hâlleri hariç kusurunun bulunması gerekir. Kişilik hakkı zedelenenin ayrıca manevi zarara uğramış olması gerekirken hukuka aykırı saldırı ile manevi zarar arasında uygun illiyet bağı da bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez (Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt 1, 2012, s. 452-454).

22. Haksız haciz nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesi için haciz uygulayanın kötü niyet ve ağır kusurunun varlığı ile buna bağlı olarak zararın oluşması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Zira kesinleşen icra takibinde alacaklı tarafından haciz istenmesi ve gerçekleştirilmesi takip hukukunun doğal ve yasal bir sonucudur.

23. Dava konusu olay ile ilgisi sebebiyle istihkak davasında istihkak davacısı tarafından talep edilen tazminatın reddine karar verilmesinin, davacının genel hükümler dairesinde gerçek zararının tazminine yönelik isteklerinin dinlenmesine engel teşkil edip etmeyeceği hususuna da değinmek gerekmektedir. Bu konuda daha önce Daireler arasında içtihat aykırılığı bulunduğundan içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 24.05.1974 gün ve 1974/5 E.-1974/7 K. sayılı kararıyla; “Borçlu hakkında yapılan bir icra kovuşturması sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişilerin bu yüzden doğan gerçek zararlarının ödetilmesini, İcra ve İflas Kanunu’nun 97. maddesinde öngörülen özel hüküm dışında genel hükümlere göre genel mahkemelerde ayrıca dava açarak isteyebilecekleri” kabul edilmiştir.

24. Anılan bu kararın gerekçesinde de; İcra ve İflas Kanunu’nun 97. maddesinin 15. fıkrasında yer alan tazminat sözcüğünün, tabanı haczedilen malın değerinin %15’inden aşağı olmayan götürü bir tazminatı ifade ettiği, gerçek zararı karşılamak gibi bir amacı taşımadığı, dolayısıyla gerçek zararın ayrıca istenmesine engel oluşturmayacağı ifade olunmaktadır.

25. Sonuç itibariyle; İcra ve İflas Kanunu’nun 97. maddesinin 15. fıkrasındaki tazminat icra hukukuna özgü götürü bir tazminat niteliğinde olup, genel hükümlere dayanılarak açılan gerçek zararın tazminine yönelik davalar yönünden engel oluşturmayacağı gibi bu davalar ile tarafları aynı olsa bile konusu ve yasal dayanakları itibariyle benzerlik taşımamaktadır.

26. Bu yasal açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; davacı şirket tarafından davalı ve dava dışı A. K. Müh. Ltd. Şirketine karşı açılan istihkak davasında yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü ile davacı yararına %15 kötü niyet tazminatına hükmedildiği, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.02.2013 tarih, 2013/424 E., 2013/2260 K. sayılı kararında sadece finansal kiralama sözleşmesinin varlığından haberdar olmanın ve yasal bir hakkın kullanılması kapsamında istihkak iddiasına karşı çıkmanın kötü niyet olarak değerlendirilmemesi gerektiği belirtilerek “…%15’i oranında tazminatın davalı alacaklıdan alınarak davacıya ödenmesine” ibaresinin çıkartılarak yerine “İİK’nin 97/15. maddesindeki yasal koşullar oluşmadığından tazminata hükmedilmesine yer olmadığına” ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekli ile düzeltilerek onanmasına karar verildiği, verilen kararın da 17.09.2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar bu şekilde kötü niyet tazminatına hükmedilmemesi genel hükümlere dayalı açılan eldeki davada zararın tazminine bir engel teşkil etmemekte ise de; tüm dosya kapsamı, olayların gelişimi dikkate alındığında davalı şirketin davacıya zarar vermek amacıyla hareket etmediği, kötü niyetinin ve ağır kusurunun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davalının şartları oluşmayan manevi tazminattan dolayı sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.

27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; manevi tazminat için ağır kusurun varlığının şart olmadığı, somut olayda borçlu olan davalının manevi tazminat sorumluluğunu gerektirir kusurlu bir eylemi bulunduğunun sabit olduğu, bu nedenle davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi yönündeki direnme kararı isabetli olmakla birlikte tazminat miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

28. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, yukarıda açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına manevi tazminat bakımından uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

29. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

B. Maddi tazminat yönünden;

30. Haksız fiil nedeniyle doğan maddi zarar, bir kimsenin mal varlığında rızası dışında meydana gelen eksilmedir. Mal varlığının zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durumla fiil sonucu aldığı durum arasındaki fark, zararı oluşturur (Tandoğan, Haluk: Türk Mes’uliyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 63). Zarar, mal varlığı aktifinin azalmasından, mahrum kalınan kârdan (kazançtan) veya pasifin artmasından ileri gelebilir. Bu itibarla maddi zarar, fiili zarar ve mahrum kalınan kâr olmak üzere iki unsurdan oluşur. Fiili zarar ya mal varlığının aktif kısmında gerçek bir azalmanın meydana gelmesiyle ya da pasifteki borçların artmasıyla gerçekleşir. Mahrum kalınan kâr (kâr mahrumiyeti) ise, elde edilebilecek bir kazançtan yoksun kalmayı ifade eder. Örneğin; yaralanan kişinin veya atölyesi yakılan kişinin çalışmadığı günlerdeki gelir kaybı böyledir. Bu zarar, daha çok mal varlığının artmasına engel olunmasından kaynaklanır. (Oğuzman, Kemal/ Öz,Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt:II, İstanbul 2017, s. 41).

31. Zararın belirlendiği tarihe kadar gerçekleşmiş olan zarara mevcut zarar denir. Zararın belirlendiği tarihe kadar henüz gerçekleşmemiş olan fakat başka bir maddi olgu eklenmeksizin olayın normal gelişimine uygun olarak gerçekleşmesi beklenen zarar ise müstakbel zarardır. Ayrıca henüz mevcut olmayan fakat riskli bir olgunun ilâvesi ile gelecekte gerçekleşme ihtimali olan zarar ise muhtemel zarardır. Hukuk düzeni kural olarak mevcut zararın tazminini düzenlemiş, ancak bazı durumlarda, örneğin ölüm hâlinde destekten yoksun kalma zararı gibi müstakbel zararın tazminini de düzenlemiş bulunmaktadır. Buna karşılık muhtemel zararda ise riskli olgu gerçekleşmedikçe zararın tazmini mümkün değildir (Antalya, O. Gökhan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. II, İstanbul 2007, s. 105).

32. Tüm bu açıklamalar, yasal düzenlemeler ve somut olay birlikte değerlendirildiğinde; davacı şirketin dava konusu olan tezgâhların haczedilmesi üzerine 27.09.2006 tarihinde açtığı istihkak davasında lehine verilen kararın 17.09.2013 tarihinde kesinleştiği, ancak bu yedi yıllık süreçte tezgâhları kullanamamasından dolayı gelir kaybı oluştuğunu ileri sürerek kazanç kaybı isteminde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Hükme esas alınan 04.05.2015 tarihli bilirkişi raporunda, tezgâhların muhafaza altına alındığı 08.09.2006 tarihinden istihkak davasının kesinleşme tarihi olan 2013 yılına kadar davacının mahrum kaldığı kazanç tutarı hesaplanmıştır. Ancak davacı şirket tarafından dava konusu tezgâhların muhafazalı haciz yapılarak elinden alınması üzerine yerine yenilerini alarak ticari faaliyetlerine devam etmesi mümkündür.

33. Bu durumda; davacı şirketin tezgâhları yeniden edinebileceği ve faaliyete geçirebileceği makul süre belirlenerek bilirkişiden bu yönde rapor alınmalı ve alınan rapor doğrultusunda haciz tarihi ile yeniden edinebileceği tezgâhları faaliyete geçireceği tarih arasındaki kazanç kaybı, o tarihteki işyeri kapasitesi ve vergi durumu da araştırılarak belirlenmeli, bu şekilde belirlenen zarar maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınmalıdır.

34. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; somut olayda davalının kötü niyetli olmadığı gibi maddi tazminat sorumluluğunu gerektirir kusurlu bir eyleminin de bulunmadığının sabit olduğu, bu nedenle davacının maddi tazminata ilişkin talebinin reddi gerektiği, dolayısıyla direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

35. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına maddi tazminat bakımından da uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

36. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1) Davalı vekilinin manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı (III-A);

2) Davalı vekilinin maddi tazminata yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı (III-B),
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

Zeki GÖZÜTOK’ün KARŞI OYU:

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 259/1. maddesinde, ihtiyati haczin haksız çıkması hâlinde, borçlunun ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğradıkları bütün zararlardan alacaklının sorumlu olduğu düzenlenmiştir. Maddi tazminat için geçerli olan bu sorumluluk, kusursuz sorumluluk (tehlike sorumluluğu) esasına dayalıdır.

Buna karşılık, haksız ihtiyati haciz kararı alan alacaklının kusursuz sorumluluğu sadece maddi tazminat bakımından geçerli olup, manevi tazminat yönünden TBK’nın 58. maddesindeki koşulların oluşması gerekir.

İcra ve İflas Kanununda haksız ihtiyati haciz nedeniyle maddi tazminat sorumluluğu düzenlenmiş ise de haksız haciz nedeniyle maddi tazminat sorumluluğu düzenlenmemiştir. Bu haksız haciz uygulanması hâlinde tazminat sorumluluğu bulunmadığı anlamına gelmeyip haksız fiilin unsurlarını taşır şekilde bir eyleme dayalı olarak haciz uygulanmış olması hâlinde genel haksız fiil hükümlerine göre tazminat istenmesi mümkün olacaktır. Nitekim yerleşik yargısal uygulamalar ile haksız haciz nedeniyle uğranılan zararlar için maddi veya tazminat istenebileceği kabul edilmektedir.

Haksız fiiller TBK 49 ila 76. maddelerde düzenlenmiştir. Haksız fiilin temelinin düzenlendiği TBK 49. maddeye göre; kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Bu temel düzenleme ile bakıldığında, haksız fiil sorumluluğundan bahsedilebilmesi için bir fiilin bulunması, fiilin hukuka aykırı olması, kusurun bulunması, hukuka aykırı fiille zarar verilmesi ve hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Böylelikle haksız fiilin; fiil, hukuka aykırılık, kusur, zarar ve uygun illiyet bağından ibaret olmak üzere beş unsuru bulunduğu söylenebilir. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemeyecektir.

TBK 58. maddeye göre; kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Haksız fiile dayalı olan bu sorumlulukta da haksız fiilin unsurları aranacaktır.

Bu maddede düzenlenen sorumluluk kusur esasına dayalıdır. BK 49. maddede 1988 yılında yapılan değişiklikle kusurun ağırlığı unsur olmaktan çıkarılmış ve maddenin karşılığı olan TBK 58. maddede de unsur olarak yer verilmemiş olduğundan, manevi tazminata hükmedilmesi için ağır kusurlu olunması şart olmayıp, ağır olmasa da kusurlu olunması yeterlidir.

Kişinin iyi niyetli veya kötü niyetli olması kusur sorumluluğu bakımından bir unsur olmamakla birlikte kişinin kusurlu sayılıp sayılamayacağı, kusurunun derecesinin ne olduğu ve buradan hareketle TBK 58. madde kapsamında manevi tazminata hükmedilebilme koşuları yönünden yine de önem taşımaktadır. Hayatın olağan akışı içinde kendinden beklenmesi gereken özeni gösteren kişinin kötü niyetli ve buna bağlı olarak kusurlu olduğu sonucuna varılamaz ise de objektif özen yükümlülükleri çerçevesinde davranmayarak başkalarının kişilik haklarının zedelenmesine yol açacak bir sonucu gerçekleştiren kişinin de kötü niyetli sayılmayacağı kabulünden hareketle doğrudan kusursuz sayılması ve manevi tazminat sorumluluğundan kurtulması mümkün değildir.

Kusurun varlığı ve kişinin iyi niyetli ya da kötü niyetli sayılıp sayılmayacağının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi, hukuka aykırılık unsuru bakımından ise somut olayla ilgili yasal düzenlemelerin de gözetilmesi gerekir.

Öncelikle belirtilmelidir ki Özel Daire kararında haksız fiile dayalı maddi tazminat sorumluluğu bulunduğu kabul edilmiş bulunduğundan davacının istihkak iddiasına konu mallar üzerinde haciz uygulamasının haksız fiil niteliğini taşıdığı ve bu kapsamda kusurun varlığı da kabul edilmiş durumdadır.

Manevi tazminata ilişkin Özel Daire ile Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, istihkak davasında alacaklının kötü niyetli olduğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle tazminata hükmedilmemiş olmasının bu davada manevi tazminata hükmedilmesine engel olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.12.2004 T. 2004/4-600 E. 2004/625 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere;

“2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 97. maddesinin 15. fıkrasında aynen; “İstihkak davası sabit olur ve birinci fıkra gereğince istihkak iddiasına karşı itiraz eden alacaklı veya borçlunun kötü niyeti tahakkuk ederse haczolunan malın değerinin yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere itiraz edenden tazminat alınmasına asıl dava ile birlikte hükmolunur.” hükmüne yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere; bu hüküm, tümüyle takip hukukunun özelliği ile ilgili olup, yine bu özellikle sınırlı olarak değerlendirilmelidir. Eş söyleyişle, anılan tazminat, takip hukuku prosedürü içinde yer alan, kendine özgü nitelik ve koşulları bulunan özel bir düzenleme niteliğindedir. Zira istihkak savına itiraz eden alacaklı veya borçlu aleyhine, istihkak davacısı lehine, yalnızca kötü niyet koşuluna bağlı olarak ve haczedilen malın değeri üzerinden yasada belirtilen orandan aşağı olmamak üzere hükmedilmektedir.

Nitekim, İcra ve İflas Kanunu’nun 97. maddesinin 13. fıkrasında istihkak davalıları lehine, 15. fıkrasında da istihkak davacıları lehine getirilen tazminat hükümlerinin getiriliş nedeni de yasa koyucu tarafından, alacaklı veya borçlunun üçüncü kişinin istihkak iddiasına itiraz ederek onu kötü niyetle ve haksız yere maddi ve manevi masrafa, külfete ve zarara sokmasını, üçüncü kişinin de haksız yere istihkak iddia ve davasında bulunarak, alacaklının alacağının tahsilini geciktirmesini, muvazaa teşebbüslerini önlemek ve icra işlemlerinin Devletin de ilgili olduğu iktisadi düzen bakımından haklı bir nizam, çabukluk ve emniyet içinde cereyan etmesini temin etmek şeklinde açıklanmış ve ortaya konulmuştur. Ortaya konulan bu amaçlar tıpkı İcra ve İflas Kanunu’nun 67,69,72 vs. bazı diğer maddelerinde de yer verilen tazminatların konuluş amaçları gibi tümüyle kanunun kendine özgü nitelik ve düzeni, kısacası sadece icra prosedürü içinde değerlendirme yapılması gereğini ortaya koymaktadır.

Yukarıda maddi tazminata ilişkin açıklamalarda da yer verildiği gibi, bir icra takibi sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişinin bu yüzden doğmuş olan gerçek zararı maddi olabileceği gibi manevi de olabilmektedir. Dolayısıyla, malının haksız yere haczedildiğini ileri süren üçüncü kişi kural olarak manevi tazminat isteminde de bulunabilir. Diğer yandan, İstihkak davası ile birlikte tetkik merciinde karara bağlanan tazminat talebinin ret kararı ile sonuçlanıp kesinleşmiş olmasının, genel hükümlere dayanılarak açılan bu manevi tazminat istemi yönünden de kesin hüküm oluşturmayacaktır. Zira, dava nedenleri, yasal dayanakları, istem sonuçları ve uygulanacak yasa kuralları tümüyle birbirinden farklıdır. Unutulmamalıdır ki, manevi tazminat; haksız eylem sonucunda uğranılan kişilik değerlerindeki azalma şeklinde gerçekleşen zararın giderilmesi amacına yönelik tazmin biçimidir.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde istihkak davasında yapılan yargılamada mahkemece verilen kararda, alacaklının istihkaka konu hacizli malların leasing sözleşmesi kapsamında kaldığını bildiği ve bunu ileri süremeyeceği de belirtilmek suretiyle kötü niyetli olduğu belirtilmiş, Özel Dairenin düzelterek onama kararında ise sözleşmenin feshinden haberdar olmanın yeterli olmadığı bunun yanında mülkiyetin üçüncü kişiye geçtiğini de bildiği hâlde haciz yaptırması gerektiği, bu bağlamda finansal kira sözleşmesinin varlığından haberdar olmak ve yasal bir hakkın kullanılması bağlamında istihkak iddiasına karşı çıkmanın kötü niyet olarak değerlendirilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

Bu karar ile davalı istihkak davası bakımından kötü niyetli alacaklı sayılmamış olsa da istihkaka konu hacizli malların leasing sözleşmesi kapsamında kaldığını bildiği ve sözleşmenin feshinden haberdar olduğu hâlde haciz işlemlerine giriştiği belirlenmiştir. Bunları bilen kişi durumunda olduğu hâlde bunları finansal kiralama şirketinden satın alan ve haciz sırasında buna ilişkin belgeleri sunan davacı işyerinde muhafaza haczi yapıldığı da sabittir. Davalı bu eylemleri bakımından istihkak davası kapsamında kötü niyetli sayılmamış olsa da bu durum haksız fiil koşulları bakımından kusurun bulunmadığının kabulünü gerektirir bir durum değildir. Kaldı ki maddi tazminat sorumluluğunu kabul eden bozma kararı kapsamı ile de kusurun varlığı açıkça belirlenmiştir. Bilinen öncesi aşamalara rağmen davacı işyerinde haciz uygulanması kişilik haklarına saldırı oluşturan ve manevi tazminat gerektiren eylem niteliğini taşımaktadır. Bu durumda manevi tazminat bakımından direnme uygun bulunarak miktar incelemesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle maddi tazminat yönünden Özel Daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılmakta isem de manevi tazminat koşullarının oluşmadığı kabul edilerek Özel Daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

HGK. 14.06.2022 T. E: 2020/4-585, K: 907

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu