2020 Yılı3. Hukuk Dairesiİtirazın İptaliKira Alacağının Ödenmemesine Dayalı İcra Takibi (Örnek 13)

Sözleşmede ödenmeyen kira bedelleri gecikme zammı uygulanacağı kararlaştırılmışsa, bu gecikme zammının sözleşmede aksi belirtilmediği sürece aylık değil yıllık olarak istenmesi gerekir.

3. Hukuk Dairesi         2020/1 E.  ,  2020/3730 K

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında birleştirilerek görülen itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hüküm davalı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmiş olup; daha önceden belirlenen 17/09/2019 tarihli duruşma günü için yapılan tebligat üzerine; temyiz eden davalı vekili Av. … ve davalı şirket temsilcisi … ile davacı vekili Av…. geldi. Başka gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekillerin sözlü açıklamaları dinlenildikten ve dosyada belge eksiklikleri nedeniyle dosyanın geri çevrilmesi sonrasında; dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı asıl davada ; borçlu şirket ile, 27.9.2005 başlangıç tarihli 5+5 yıl süreli ve aylık 2.500USD bedelli kira sözleşmesi yapıldığını, davalının kira bedellerini ödememesi üzerine 2. İcra Müdürlüğünün 2012/6245 takip dosyası ile; 2012 Mayıs-Aralık ayları arası, toplam 8 aylık kira alacağı ve yazılı kira sözleşmesinde kararlaştırılmış olan gecikme faizleriyle birlikte toplam 48.384TL’lik kira alacağının tahsilini icra takibi başlatıldığını, yapılan bu takibe borçlu şirketin “yetkiye ve kira borcu olmadığından” bahisle itiraz ettiğini, yetki itirazının kabul edilerek takip dosyasını yetkili icra dairesi olan Trabzon 2. İcra Müdürlüğünün 2013/1954 sayılı dosyası ile icra takibine devam edildiğini, işbu icra takibine başlamadan önce, Şubat 2008 yılı dahil olmak üzere 31 Ocak 2011 tarihine kadar olan kira alacakları için Giresun 1. İcra Müdürlüğünün 2011/310 e. sayılı takip dosyası ile tahliye
talepli icra takibi yapıldığını, yasal süresi içinde yapılan itirazın kaldırılması için Giresun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/30 E. sayılı dosyası ile itirazın kaldırılmasına ve borçlu şirketin tesisten tahliyesine karar verildiğini, bu kararın Yargıtay aşamalarından geçerek kesinleştiğini, faize yapılan itirazı da kabul etmediklerini, taraflar arasında yapılan kira sözleşmesine göre kiracının, kontrat tarihinden itibaren en geç beş gün içinde kirayı ödemekle yükümlü olduğunu, zamanında ödenmediği takdirde % 10 gecikme cezası ödemeyi kabul ettiğini belirterek, yapılan itirazın iptaline ve takibin devamına, davalı tarafın haksız itirazı sebebiyle % 50’den az olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Davacı, birleşen Trabzon 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/376 esas sayılı dosyasında; ödenmeyen 2013 yılının tamamı ve 2014 yılı Ocak ayları kira bedellerinin ödenmediği için, Trabzon 4. İcra Müdürlüğü 2014/2749 E. sayılı dosyası ile, 70.715TL asıl alacak ve aylık %10’dan 49500TLislemiş faiz talepli icra takibi başlattıklarını, davalı tarafın ödeme emrine haksız itiraz ettiğini beyanla takibin devamı ile tesisin tahliyesine, %50 ‘den az olmamak üzere icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesini istemiş,
Davacı, birleşen Trabzon 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/935 esas sayılı dosyasında; Borçlu şirket hakkında ödemeyen kira bedelleri nedeniyle, Trabzon 2. İcra Müdürlüğü’nde 2011/11524 ve 2012/4029 esas sayılı takip dosyaları ile icra takibi başlattıklarını, borçlu şirketin borca itirazının iptali ile %50 ‘den az olmamak üzere icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesini istemiş, iş bu dosyanın birleşmeden önce yapılan yargılaması sonucu; Trabzon 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 27.03.2013 tarih ve 2013/120 Esas, 2013/370 Karar sayılı kararının taraflarca temyizi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 27.05.2014 tarih ve 2014/4530 Esas, 2014/6860 Karar sayılı ilamı ile; sair hususlar yönünden temyiz itirazlarının reddine denilmeden, Dava konusu Trabzon 2. İcra Müdürlüğünün 2011/11524 sayılı takip dosyası yönünden; borca itiraz dilekçesinin alacaklıya tebliğ edilmediğinden 1 yıllık hak düşürücü süre işlemeye başlamayacağı, itirazın iptali davasının süresinde açıldığı gözetilerek işin esasına girilip bir karar verilmesi gerekeceğinden ve Trabzon 2. İcra Müdürlüğünün 2012/4029 sayılı takip dosyasında; davalının Giresun 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/89 esas sayılı dosyası ile kira indirim davası açtığı ve Trabzon 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava ile de 19.05.2006 tarihli protokol ile beton duvar ve beton zemin bedelinin kira parasından düşülmesinin talep edildiğini belirtilerek ilgili dava dosyaları hakkında bekletici mesele yapılması gerekip gerekmediği değerlendirilmeden eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulmasına karar verilmiş, mahkemece 2014/935 esas üzerinden birleştirme kararı verilmiştir.
Davalı, asıl dosyada ve birleşen dosyalarda; kira sözleşmesinde kiralanan taşınmazın 14.740m2 olduğunun yazılmasına rağmen taşınmazın gerçekte 7.310m2 olduğunu, bu taşınmazda da davalı şirket ortağı ve yetkili …’nun pay alımları sonucu davacı hissesinin 2.193m2 düştüğü ve kira sözleşmesi ile davalıya teslim edilen makinelerin arızalı olması nedeniyle kullanılmadığından kira bedelinin bu hususlar dikkate alınarak belirlenmesi gerektiği, kira sözleşmesindeki %10 gecikme cezası uygulanacağına ilişkin hükmün geçersiz olduğunu, geçerli kabul edilse bile aylık olduğu belirtilmediğine göre, bu gecikme cezasının aylık olarak talep edilemeyeceğini belirterek; davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece; davanın kısmen kabulüne, itirazların iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmiş; hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalının sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2-)Davalının %10 gecikme cezasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, öncelikle “ceza koşulu” ve “gecikme cezası” kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanunu (818 s. BK) 158-161.maddelerinde “cezai şart” kavramını kullanmış, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (6098 s. TBK) 179-182.maddelerinde bunun yerine “ceza koşulu” kavramını tercih etmiştir.
Cezai şart borçlunun, asıl borcunu ilerde, hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği edime denir. Bu nedenle cezai şart, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlali ile doğabilecek olan fer’i bir edimdir. Borçlu cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının şümulünü ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etmek imkanını bulacaktır. Zira cezai şart borcun ihlali halinde verilmesi gereken, önceden kararlaştırılmış kesin miktarlı (maktu) bir tazminattır. Cezai şartın kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da cezai şart kararlaştırılabilir (Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, /…/ …/, 7. Bası, İstanbul 1993, s. 341-343).
Ayrıca cezai şartın esas itibariyle iki temel amacı bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri de, borcun ifa edilmemesinden doğacak zararı önceden ve götürü şekilde tespit etmektir. Bu iki temel amacı dışında, cezai şartın diğer bir amacı da, ifayı engelleyen cezai şartta (dönme cezasında) borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır (…, Türk Özel Hukukunda Cezai Şart (BK. m. 158-161), Ankara 2003, s. 40-42).
Hukukumuzda cezai şartın türleri seçimlik cezai şart, ifaya eklenen cezai şart ve ifa yerine cezai şart (dönme cezası) olarak düzenlenmiştir.
Seçimlik cezai şart; 6098 s. TBK. m. 179 f. I (818 s. BK. m. 158 f. I) hükmüne göre; “Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir”.
Bu hükme göre, taraflar, sözleşmede borçlunun ya borcunu sözleşmeye uygun olarak ifa etmesi ya da ceza koşulunun ödenmesini kararlaştırmış olabilirler. Bu durumda, borçlu borca uygun hareketle yükümlüdür. Ancak, borçlu borca uygun hareket etmediği takdirde, kendisini bir yaptırım beklemektedir. Bu yaptırım, sözleşmede kararlaştırılan ceza koşulunun ödenmesidir.
Bu hüküm, borçluya borca aykırı davranarak ve böylece ifası gereken edim yerine kararlaştırılan ceza koşulunu ödeyerek borçtan kurtulma olanağını vermemektedir. Borçlu borca aykırı davrandığı takdirde, sözleşmede ceza koşulu kararlaştırılmasına rağmen, alacaklı borçludan aynen ifayı talep edebilir. Bu nedenle, 6098 s. TBK. m. 179 f. I (818 s. BK. m. 158 f I)’de borçlu ya borca aykırı davranarak bunun yerine ceza koşulu ödeyip borçtan kurtulma yetkisini değil, buna karar verme yetkisini alacaklıya vermiştir. Alacaklı, borçlunun borca aykırı davranışı halinde, aynen ifayı talep edebileceği gibi, bundan vazgeçerek ceza
koşulunun ödenmesini talep edebilir. Burada, alacaklıya tanınmış bir seçimlik hak söz konusudur. Bu nedenledir ki, ceza koşulunun bu türüne “seçimlik ceza koşulu” (seçimlik cezai şart) adı verilmektedir (…, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. Bası, Ankara 2012, s. 773).
İfaya eklenen cezai şart; 6098 s. TBK. m. 179 f. II (818 s. BK. m. 158 f. II) “Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir”.
Bu hükme göre, borçlunun borca aykırı davranışı halinde, alacaklı hem aynen ifayı, hem de kararlaştırılan cezanın ödenmesini talep edebilecektir. Bu nedenle, burada ceza koşulunun aynen ifaya ilave olarak (kümülatif) talep edilebilmesi olanaklıdır. Seçimlik ceza koşulundan farklı olarak, alacaklı ya aynen ifayı ya da cezayı talep etmek zorunda bırakılmamıştır. Alacaklı burada her ikisini de talep yetkisine sahiptir.
Borçlunun borca aykırı davranışı halinde alacaklının ifaya ek olarak talep ettiği alacak bir ceza koşulu alacağı ise, zarar koşulunu gerektirmez. Alacaklı borca aykırılık nedeniyle bir zarara uğramasa bile ifaya ek olarak ceza koşulu talep edebilir. İfaya eklenen ceza koşulu zarar koşulunu gerektirmez. Alacaklı borçlunun borca aykırı davranışı nedeniyle zarara uğramasa dahi kararlaştırılan ceza koşulunu talep edebilir.
İfa yerine cezai şart (dönme cezası); 6098 s. TBK. m. l79 f. III (818 s. BK. m. 158 f. III) hükmüne göre “Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır”.
Yukarıda açıklamış olduğumuz gibi, ceza koşulunun amacı, borçlunun borca uygun hareket etmesini temindir. Halbuki, burada borçlu, borcu ifa yerine bizzat ceza koşulu ödemek suretiyle borçtan kurtulma olanağına sahiptir. Bir başka ifadeyle, burada borçlu borca aykırı davranmamakta, borcu ifa yerine ceza koşulunu ödeyerek sözleşmeden dönebilmektedir. Bu nedenle, ceza koşulu ifanın yerini almaktadır (KILIÇOĞLU, a.g.e., s. 775-777).
Gecikme tazminatı konusuna gelince; 6098 s. TBK. m. 118/I (818 s. BK. m. 106/2)’de düzenlenen gecikme tazminatı, alacaklının borcun geç ifa edilmesinden uğradığı zararı karşılamayı amaçlar ve alacaklının borcun gecikmeden ifa edilmesindeki çıkarını sağlamaya yöneliktir. Bu nedenle gecikme tazminatı, ifa ile birlikte talep edilebileceği gibi, ifa temerrütten sonra yerine getirilmiş ve bir çekince (ihtirazi kayıt) ileri sürülmemiş olsa bile ifadan sonra talep ve dava edilebilir, ifa davasında talep edilmemiş olsa dahi gecikme tazminatı ayrıca dava edilebilir. (M…./…, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.1, İstanbul 2011, s.488) Aksinin kabulü, temerrüdün borçlu bakımından yaptırımsız kalmasına yol açar. Temerrüde düşen borçlunun “borcun geç ifasından dolayı alacaklının uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür” hükmünü getirmiştir. Gecikme tazminatı, temerrüt tarihinden aynen ifaya kadar geçen dönem içindeki zararları kapsar (…, …., s. 692)
Gecikme tazminatında tazmin edilecek zarar bir tür olumlu zarardır ve alacaklının malvarlığının, temerrüde düşülmeden borcun ifa edilmesi halinde içinde bulunacağı durumla, gecikmeli ifa sonucunda içinde bulunduğu durum arasındaki farkı ifade eder.
Somut olayda; taraflar arasında, 27.09.2005 başlangıç tarihli ve 5+5 yıl süreli kira sözleşmesi konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Kira sözleşmesinin 20. maddesinde “kiracı kontrat tarihinden itibaren en geç beş gün içinde kirayı ödemekle yükümlüdür.
Zamanında ödemediği taktirde %10 gecikme cezası ödemeyi kabul ve taahhüt eder.” şeklinde düzenlenmiştir. Davacı kiraya veren, icra takiplerinde, ödenmeyen kira alacakları yanında icra takip tarihlerine kadar sözleşmenin 20. maddesine göre aylık %10 gecikme cezası da talep etmiş ise de; sözleşmede gecikme cezasının açıkça aylık %10 olarak belirtilmediği dikkate alındığında gecikme cezasının yıllık olarak uygulanması gerekirken her ay için kira alacağının %10 olarak gecikme cezasının uygulanması doğru değildir.
3-) Trabzon 2. İcra Müdürlüğünün 2012/4049 esas sayılı takip dosyasında alacağın temlikine ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle alacağın temliki ve taraf sıfatı kavramının açıklanmasında yarar vardır.
Borcun kaynağı ne olursa olsun, alacaklının, alacağını bir başkasına (üçüncü kişiye) temlik etmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkabilir. Alacaklı, alacağının tamamını bir üçüncü kişiye devrettiğinde, borç ilişkisinde alacaklı tarafın bir hukuksal işleme dayanan değişimi sözkonusu olacaktır. Alacağın bir başkasına devri (temlik) alacaklının iradesine, yani üçüncü kişiyle yapmış olduğu sözleşmeye, bir kanun hükmüne veya bir mahkeme kararına dayalı olarak gerçekleşebilir (KILIÇOĞLU, M. Ahmet, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. B., Ankara 2012, s. 784).
Alacağın temliki, 6098 sayılı TBK m. 183. vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Rızai temliki düzenleyen TBK’nun 183. maddesi; “Kanun, sözleşme ve işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasının almaksızın alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir.” hükmünü içermektedir.
Bu hükümden de açıkça anlaşılacağı üzere; alacağın temliki, bir alacağın alacaklı tarafından bir başka kimseye devredilmesidir. Bu suretle borç münasebetinde alacaklının şahsında bir değişiklik vuku bulmakta, eski alacaklının (temlik edenin) yerini yeni alacaklı (temellük eden) almaktadır. Aynı zamanda, temlik edilen alacak eski alacaklının malvarlığından çıkarak yeni alacaklının mamelekine dâhil olmakta, alacağı talep etmek hakkı da yeni alacaklıya intikâl etmektedir.
Eğer alacaklı, alacağını bir başkası vasıtasıyla tahsil ettirmek isterse, bu kimseye tahsil yetkisi verecek yerde alacağını ona temlik eder ki, bu halde alacağın temliki tahsil maksadıyla yapılmış olmaktadır.
Eğer alacaklı, mevcut bir borcu için teminat olmak üzere alacağını kendi alacaklısına rehnedeceği yerde ona temlik ederse, bu halde alacağın temliki teminat maksadıyla yapılmış olur.
Hukukumuzda egemen olan ilke, şekil serbestîsi (6098 sayılı TBK madde 12) ise de, TBK’nun “şekli” başlıklı 184.maddesi Alacağın devrinin geçerliliği, yazılı şekilde yapılmış olmasına bağlıdır” hükmü gereğince Kanunumuz alacağın temlikinin yazılı yapılmasını öngörmektedir.
Alacağın temliki ile asıl haktan ayrı yalnız başına başkasına devredilemeyen dava hakkı da devredilmiş olur. Bu anlamda davada taraf sıfatı da temlik alanda olmaktadır.
Davada sıfat, tarafın, dava konusu maddi hukuk ilişkisinin süjesi olup olmamasıyla ilgilidir. Taraf sıfatı (husumet), maddi hukuka göre belirlenen, bir subjektif hakkı dava etme yetkisini ya da bir subjektif hakkın davalı olarak talep edilebilme yetkisini gösteren bir kavramdır. Dava şartı olan taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir.
Davacı tarafta yer alan taraf için aktif dava sıfatı, davalı tarafta yer alan taraf için pasif taraf sıfatından söz edilebilir. Uygulamada, “sıfat” yerine “husumet” terimi de kullanılmaktadır. Sıfat dava şartı olmayıp, itirazdır. Çünkü bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir. Bu durumda ise dava esastan ret veya kabul edilir. Oysa, dava şartları davanın esasına girilmesini engelleyen niteliktedir. Ancak sıfat bir itiraz olduğundan, hâkim diğer itirazlar gibi taraf sıfatını da dava dosyasından anlayabildiği sürece kendiliğinden nazara alır. Sıfat, davada taraflardan birinin davaya konu subjektif dava hakkının bulunup bulunmadığı ile ilgili bir husustur. Tarafların sıfatının yargılama sonuna kadar devam etmesi zorunludur. Bu husus mahkemece re’sen gözönünde bulundurulmalıdır. Bir davada, taraflardan birinin, davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet ehliyetinin) olmadığı belirlenirse, artık bu davanın esasının çözümüne girilmeden, davanın husumet yokluğundan reddi gerekir. Bir kişinin belli bir davada davacı ya da davalı sıfatını haiz olup olmadığı şeklinde nitelendirilen husumetin, ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi, davalı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir def’i de değildir. Davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vâkıf olunduğu takdirde re’sen nazara alınması gerekli hukuki bir durumdur (KURU Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.I., İstanbul 2001, s. 1157 vd.).
Yukarıda kısaca değinildiği gibi, bir davada davacı olma sıfatı dava konusu hakkın sahibine (hamiline) aittir. Bir sözleşmeden dolayı, kural olarak yalnız sözleşmenin tarafları dava açabilir; üçüncü kişilerin taraf (davacı) sıfatı yoktur.
Bununla birlikte taraf (davacı) sıfatı bulunmayan kişinin açmış olduğu bir davada taraf sıfatının yargılama aşamasında kazanılabilip kazanılamayacağı üzerinde de durulması gerekmektedir. Şöyle ki; yargılama aşamasında taraf (davacı) sıfatının kazanılabilmesi mümkün ise ilgiliye mevcut dosyada bu imkanın tanınması, neticesinde taraf sıfatının kazanılması halinde davaya devam edilmesi hem 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 141/4. maddesi ve yargılamaya hakim olan ilkelerden 6100 sayılı HMK 30. maddesi gereğince “usul ekonomisi ilkesine” ve hem de HMK 125. maddesi “dava konusunun devri” hükümlerine uygun olacaktır.
Zira, 6100 sayılı HMK 125. maddesi “dava konusunun devri” hükmü gereğince davada taraf olmayan 3. kişinin davacıdan dava konusunu devralması ile yargılama aşamasında her zaman davada taraf sıfatını kazanacağı kabul edilmiş olması karşısında hali hazırda davada davacı olarak bulunmayan 3. kişiye davada taraf (davacı) sıfatını kazanabilme imkanın tanınması usul ekonomisi ilkesine uygun düşer.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının Trabzon 2. İcra Müdürlüğünün 2012/4049 esas sayılı dosyasındaki alacağını 23.07.2013 tarihli başvurusu ile dava dışı …’a devretmiştir. Buna göre, davacı, bahsi geçen takip dosyası yönünden taraf (davacı) sıfatını sözkonusu temlik ile kaybetmiştir.
Bu durumda mahkemece, alacağı temlik alan …’ın davaya devam edip etmeyeceğinin belirlenmesi, taraf sıfatını kazanması halinde davaya devam edilmesi aksi halde taraf (davacı) sıfatı yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmesi gerekirken bu husus nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlere hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA, 2.540 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalı tarafa verilmesine, ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30/06/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Related Articles

Back to top button