Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi G. D. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Üçüncü kişi vekili, mülkiyeti müvekkiline ait dava konusu taşınmaz üzerine alacaklı tarafından 25.03.2010 tarihinde haciz konulduğunu,müvekkili tarafından borçlu aleyhine Tüketici Mahkemesine tapu iptali ve tescil istemi ile açılan davanın kabulüne karar verildiğini, dava konusu haczin ise davadan dört yıl sonra konulduğunu, müvekkilinin iyi niyetli olduğunu ileri sürerek haczin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Alacaklı vekili, davanın hak düşürücü 7 günlük süreden sonra açıldığını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece yapılan ilk yargılama sonunda, davanın süre yönünden reddine karar verilmiş, hükmün davacı üçüncü kişi vekilince temyizi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 25.02.2013 tarihli ve 2012/29667 Esas, 2013/5686 Karar sayılı ilamı ile; taşınmazlar yönünden istihkak iddiasında bulunulamayacağı, şikayetçi vekilinin taşınmaz üzerine konan haczin kaldırılması isteminin şikâyet niteliğinde olduğu, işin niteliği gereği bu şikayetin süreye tabi olmadığı, Mahkemece, işin esası incelenmesi gerekirken, “istihkak davası” şeklinde nitelendirme yapılarak davanın süre yönünden reddine karar verilmesinin isabetsiz olduğu gerekçesi ile hükmün bozulmasına karar verilmiş, Mahkemece uyulmasına karar verilen bozma ilamı uyarınca yapılan yargılama sonunda şikayetin reddine karar verilmiş, karar davacı üçüncü kişi vekili ve davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 27.12.2016 tarihli ve 2014/25845 Esas, 2016/17505 Karar sayılı ilamı ile taraf vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına karar verilmiş, davacı üçüncü kişi vekili ve davalı alacaklı vekili tarafından karar düzeltme isteğinde bulunulmuş, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 26/06/2019 tarih, 2017/15005 E. 2019/6536 K. Sayılı kararında,”4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması için tapu kütüğüne tescil şarttır. TMK’nin 705. maddesinin ikinci fıkrasında hangi hallerin tescilden önce taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasını sağlayacağı belirtilmiştir. Buna göre; miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemlerini yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır. Bundan ayrı olarak İİK’nin 28. maddesinde, “Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkemece davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile birlikte hülasasını tapu sicil dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanunun 1010 maddesinin 2 fıkrası hükmüne tabidir” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda ise, davalı alacaklı vekili tarafından borçlu aleyhine başlatılan takibin kesinleşmesi üzerine taşınmazın kaydına İcra Müdürlüğünün 24.03.2010 tarihli yazısı gereğince 25.03.2010 tarihinde haciz şerhinin işlendiği, dava dilekçesi ekinde bir örneği sunulan İstanbul 3.Tüketici Mahkemesinin 15.12.2009 tarihli ve 2007/104 Esas, 2009/539 Karar sayılı kararı ile, üçüncü kişi tarafından borçlu ve diğerleri hakkında 01.03.2007 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açıldığı, Mahkemece yapılan yargılama neticesinde; davanın kabul edildiği ve şikayete konu edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile şikayetçi adına tapuya kayıt ve tesciline karar verildiği, söz konusu kararın kesinleştiği, davaya konu haciz işleminin ise yukarıda özetlenen tapu iptali ve tescil karar tarihinden sonra 25.03.2010 tarihinde tapuya şerh edildiği anlaşılmıştır. O halde, Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önüne alınarak, dava konusu taşınmazın borçlu adına olan tapu kaydının iptali ile üçüncü kişi adına tesciline karar verildiği, tapuya yapılacak tescilin yukarıda anılan yasal düzenlemeler uyarınca kurucu nitelikte bir işlem değil bildirici nitelikte bir işlem olduğu, bu durumda mülkiyet hakkının haciz tarihinden önce davacı üçüncü kişiye geçtiğinin kabul edilerek, davanın kabulü yerine oluşa ve dosya içeriğine uygun düşmeyen gerekçe ile reddine yönelik hüküm kurulması doğru olmadığından, hükmün bozulması gerekirken onandığı anlaşıldığından onama kararının kaldırılarak hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak şikayetin kabulüne karar verilmiş, karara karşı alacaklı vekili tarafından temyiz yoluna başvurulmuştur.
Öncelikle; Bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka, usuli kazanılmış hak denilmektedir. Örneğin; mahkemenin Yargıtay bozma ilâmına uymasıyla, bozma ilâmı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar. Bir mahkemenin, Yargıtay’ın ilgili Dairesince verilen bozma ilâmına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla, mahkemenin sonraki hükmünün, bozma ilâmında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir. Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hale sokulmhuş demektir. Bozmaya uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi, usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre, Yargıtay’ın bozma ilâmına uymuş olan mahkeme, bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır. Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 E., 2010/87 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Diğer taraftan, Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak, hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararları).
Bu sayılanların dışında, ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6, b İstanbul 2001, s. 4738 vd). Öte yandan, maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Ejder Y., Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, 1. Baskı, 1976, s. 208).
Burada belirtilen maddi hata kavramından amaç, hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta hata olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık hatalardır.
“Maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması da usulü müktesep hak teşkil etmez” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.03.1972 gün ve E:1968/1-277, K:176; 01.03.1995 gün ve E:1995/7-641, K:117; 23.01.2002 gün ve E:2001/1-1010, K:2002/1; 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 04.11.2009 gün ve E:2009/13-370, K:2009/480 sayılı kararları, B. Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, İstanbul 2001, Cilt 5, sayfa 4771 vd.).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için, bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Hukuk Genel Kurulu’nun 24/05/2017 tarih ve 2017/2-1607 Esas, 2017/968 Karar sayılı kararı).
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taşınmaz üzerine konulan haczin 25.3.2010 tarihinde tapuya işlendiği, İstanbul 2.Tüketici Mahkemesi’nin 14.9.2006 tarihli kararı ile tapu kaydının iptali ve tesciline karar verildiği, kararın 29.3.2010 tarihinde kesinleştiği,12.5.2010 tarihinde de taşınmazın üçüncü kişi adına tescil edildiği anlaşılmıştır.
Hemen belirtmek gerekir ki;Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2004 tarihli ve 2004/12-210 Esas, 2004/208 Karar Sayılı kararında da açıklandığı üzere, taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması zorunludur.
4721 sayılı TMK’nın 705. maddesinde; “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır” hükmü yer almaktadır. Dairenin uyulan bozma ilamında ise, maddi hataya dayalı olarak dava konusu taşınmazın borçlu adına olan tapu kaydının iptali ile üçüncü kişi adına tesciline karar verildiği, tapuya yapılacak tescilin kurucu nitelikte bir işlem değil bildirici nitelikte bir işlem olduğu, bu durumda mülkiyet hakkının haciz tarihinden önce davacı üçüncü kişiye geçtiğinin kabulüne karar verilmiş ise de;TMK 705.maddesine göre taşınmaz mülkiyeti kesinleşmiş mahkeme kararıyla tescilden önce kazanılabilir. Burada mülkiyeti kazandırıcı kararlar, niteliği itibariyle şekli yönden kesin hüküm halini almış yenilik doğurucu kararlardır.( F. E., Mülkiyet Hukuku,Ankara 2020, 5. Baskı,s.252)
Bu durumda,TMK’nın 705. maddesi gereğince tapu iptal ve tescil kararının kesinleşmesi sonucu mülkiyetin geçeceği anlaşıldığından şikayete konu taşınmazla ilgili açılan tapu iptal ve tescil davasında verilen kararın 29.3.2010 tarihinde kesinleştiği, tapuda tescil işleminin 12.5.2010 da yapıldığı, dava konusu taşınmaza tapuda borçlu adına kayıtlı iken 25.3.2010 tarihinde haciz konulduğu, bu haliyle haciz tarihinde taşınmazın borçlu adına kayıtlı olduğu görülmekle Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 26/06/2019 tarih, 2017/15005 E. 2019/6536 K sayılı ilâmı maddi hataya dayalı olup, mahkemece bozmaya uyulması, davacı/3. Kişi lehine usuli kazanılmış hak oluşturmayacağından, şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13/10/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.
12. HD. 13.10.2021 T. E: 6719, K: 8841