2023 YılıHGK

Vekilin üstlendiği işi görürken gerekli özeni göstermesi gerekli ve yeterli olup sonucun vekâlet verenin istediği gibi olmaması vekâlet sözleşmesine aykırılık teşkil etmez.

Hukuk Genel Kurulu         2022/109 E.  ,  2023/439 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2020/317 E., 2021/2 K.
KARAR : Davanın kabulüne

1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I.YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; müvekkilinin 20.05.2004 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonrası hukuki dava ve işleri takip etmek üzere davalı avukatı vekil tayin ettiğini, bu kapsamda açılan tazminat davasında manevi tazminat yanında fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak sürekli ve geçici iş göremezlik tazminatı ile malûliyetten ve geleceğin sarsılmasından doğan maddi tazminatın dava konusu edildiğini, yargılamada malûliyet oranının 24.09.2007 tarihli raporla tespit edildiğini akabinde dosyanın hesap bilirkişisine gönderildiğini, 04.11.2009 tarihli raporla iş göremezlik zararının 19.689,15 TL olarak hesaplandığını, sonrasında davalı avukatın 08.12.2009 tarihli dilekçesi ile iş göremezlik tazminatı talebini ıslah ederek arttırdığını ancak mahkemenin ıslah edilen kısma ilişkin olarak karşı tarafın zamanaşımı def’ini yerinde görerek bu kısım yönünden davayı zamanaşımından reddettiğini ve kararın onanarak kesinleştiğini, davalı avukatın mesleğini özenle yapması gerekirken süresinde dava değerini ıslah etmemekle müvekkilinin hak kaybına uğramasına sebep olduğunu, reddedilen 18.189,15 TL yanında bu bedel için ödenen karşı vekâlet ücreti olan 2.182,70 TL toplamı olan 20.371,85 TL kadar maddi zarar doğduğunu, nitekim söz konusu mahkeme kararını ilâmlı icraya koyan davalı avukatın 22.03.2010 tarihinde 34.510,54 TL tahsil etmesine rağmen bu bedeli müvekkiline ödemediğini, bunun üzerine müvekkilinin alacağını tahsil için davalı hakkında icra takibi başlattığını (Ankara 31. İcra Müdürlüğü, 2010/17255) ancak davalının takibe haksız şekilde itiraz ettiğini, itirazın iptali yönünde açılan davada müvekkilinin haklılığının tespit edildiğini ve bu durumun eldeki dava yönünden de delil teşkil ettiğini, aynı takibin müvekkili tarafından yenilenmesi sonrasında davalının 2010 yılında bakiye dosya borcu olan 11.385,00 TL’yi haricen tahsil ettiğinin öğrenildiğini, davalının bu bedeli de müvekkiline ödemediğini, konunun mesleki ve cezai yönünden şikâyet edildiğini ve bu husustaki soruşturmaların devam ettiğini ileri sürerek vekilin özen yükümlülüğüne aykırı davranması nedeniyle uğranılan zarar olarak fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 20.371,85 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle, haricen tahsil edilip müvekkiline ödenmeyen 11.385,00 TL’nin ise tahsil tarihinden itibaren faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili; trafik kazası nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davasında hesap bilirkişisi raporunun müvekkiline 20.11.2009 tarihinde tebliğ edildiğini ve müvekkilinin hemen akabinde maddi tazminat talebini ıslah ettiğini, mahkemece ıslah ile ileri sürülen talebin zamanaşımına uğradığı kabul edilerek karar verilmiş ise de bu değerlendirmenin hatalı olduğunu, bu konu temyiz istemiyle dile getirilmiş ise de taleplerinin reddedilerek kararın onandığını, oysa onama kararının Yargıtay uygulaması ile çeliştiğini, bu sonucun doğmasında müvekkiline atfedilebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığını, Yargıtayın kendi içerisinde farklı kararlar vermesinin sorumluluğunun müvekkiline yüklenemeyeceğini, dava dilekçesinde bahsi geçen ilâmın icrası aşamasında ise müvekkilinin toplam 34.510,54 TL tahsil ettiğini, hak ettiği vekâlet ücretinin mahsubundan sonra davacıya 20.000,00 TL ödemeyi teklif ettiklerini ancak davacının zaten karşı taraftan vekâlet ücreti alındığını söyleyerek müvekkilinin hak ettiği vekâlet ücretini ödemek istemediğini, bu anlaşmazlık nedeniyle hem ücret hem de masraf alacağı bulunan müvekkilinin tahsil ettiği parayı iade etmekte geciktiğini, tahsil edilen parayla ilgili davacının başlattığı icra takibi ve sonrasındaki itirazın iptali davasında tespit olunan tüm alacağın ödendiğini ve müvekkilinin herhangi bir borcunun kalmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı
6. Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.04.2015 tarihli, 2014/300 Esas, 2015/109 Karar sayılı kararı ile; davalı avukatın takip ettiği iş ile ilgili olarak vekillik görevinin gereğini yerine getiremediği, ceza davasında davalının hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkum edildiği ve kararın kesinleştiği, alınan bilirkişi raporlarında da belirtildiği üzere davacının toplam 20.371,85 TL zararına sebep olduğu gibi tahsil ettiği 11.385,00 TL’nin de iadesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 20.02.2018 tarihli ve 2015/25607 E.sas, 2018/2148 Karar sayılı kararı ile; birinci bentte sair temyiz itirazları reddedildikten sonra ikinci bentte “…Dava, vekalet sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Davacı uğramış olduğu trafik kazasından doğan zararının tazmini için açılan davada davalı avukatın zamanında ıslah işlemini yapmaması nedeniyle uğramış olduğu 20.371,85 TL zararının da davalıdan tahsilini istemiştir. Mahkemece, davalı avukatın görev yaptığı süre içerisinde özen yükümlülüğüne aykırı davranarak davacının 20.371,85 TL zararına sebep olduğu gerekçesiyle bu bedelin de davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki zamanaşımı alacağın varlığını ortadan kaldırmaz, sadece borçluya ödemekten kaçınma hakkı verir. Bu nedenle, davalı avukatın tazminat dosyasında alınan son rapordan sonra talebini ıslah etmesi ve ıslah tarihi itibariyle zamanaşımının dolması nedeniyle ıslah edilen miktar açısından davanın reddine karar verilmiş olmasında kusuru yoktur. Hal böyle olunca, davacının zamanında ıslah işlemi yapılmamış olmasından dolayı uğramış olduğu zararın davalıdan tahsiline karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. Mahkemenin 06.01.2021 tarihli ve 2020/317 Esas, 2021/2 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı avukatın davacıya vekâleten açtığı maddi tazminat davasında, iş göremezlik tazminatına ilişkin talebin zamanaşımı gerçekleştikten sonra ıslah edilmesi nedeniyle reddedildiği somut olayda davalının vekâlet görevinin gereklerini yerine getirmediği ve müvekkilinin uğradığı zararı tazmin sorumluluğu bulunduğunun kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre zamanaşımı nedeniyle reddedilen alacak ve bu miktar üzerinden hükmedilen vekâlet ücretinin davalı avukattan tahsiline karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle vekâlet sözleşmesinin açıklanmasında ve avukatın özen borcuna değinmekte yarar bulunmaktadır.
13. Vekâlet sözleşmesi, somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386 ncı maddesinin birinci fıkrasında “Vekalet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler” şeklinde tanımlanmıştır.
14. Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukuki fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukuki işlemler gerçekleştirmek, özellikle subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir.
15. Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukuki yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafını mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür.
16. Avukat ile müvekkil arasında imzalanan sözleşme de vekâlet sözleşmesi niteliğinde olmakla birlikte genel bir vekâlet sözleşmesinden farklı olarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu gereğince “ücret”, sözleşmenin zorunlu unsurudur. Avukat bu sözleşme ile hukuki yardımda bulunmayı, müvekkil ise yapılan hukuki yardım karşılığında bir ücret ödemeyi üstlenmektedir.
17. Vekâlet sözleşmesi iki tarafa borç yükleyen sözleşme türü olup vekilin borçlarından biri de özen borcudur.
18. Nitekim BK’nın 390 ıncı maddesi;
“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.
Vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur” şeklinde düzenlenmiştir.
19. Borçlar Kanunu’nda vekilin özen borcuna ilişkin sorumluluğun belirlenmesinde, “işçinin mesuliyetine ait hükümlere” gönderme yapılırken, vekilin işçiye oranla daha fazla özen göstermesi gerektiği eleştirileri neticesinde yapılan değişiklikle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) bunun yerine “benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış”ın esas alınacağı kabul edilmiştir (TBK, m. 509/3).
20. Avukatlık sözleşmesinde ise avukatın özen borcu, genel bir vekâlet sözleşmesi için BK’nın 390 ıncı maddesinden öngörülen özen borcuna göre çok daha ağır ve kapsamlıdır.
21. Gerçekten de Avukatlık Kanunu’nun 34 üncü maddesinde yer alan “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” şeklindeki düzenleme, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle avukatın özen borcuna ilişkin öngörülmüş özel bir hükümdür.
22. Bunun sonucu olarak da, avukatın özen borcuna aykırı davranması, “haklı azil” gibi ücret talep hakkını dahi ortadan kaldıran, şartları mevcutsa tazminat ödeme yükümlülüğü gerektiren, ağır hukuki sonuçlara bağlanmıştır. Her şeyden önce iş sahibi, özen borcuna aykırı davranan avukatını tek taraflı irade beyanıyla azletmek hak ve yetkisine sahiptir. Haklı olarak azledilen avukat, Avukatlık Kanunu’na göre ücrete hak kazanamadığı gibi, borca aykırı davranışı, müvekkilin zararına neden olmuş ve olayda nedensellik bağı da mevcut ise müvekkile karşı tazminat ödemekle de karşı karşıya kalmaktadır. Öte yandan, bu borca aykırılık, çoğu zaman meslek kuralları bakımından da disiplin cezasını gerektirmekte, hatta “görevi ihmal” ve “görevi kötüye kullanma” suçları kapsamında avukatın cezai sorumluluğuna da neden olabilmektedir.
23. Avukatlık Kanunu ile kabul edilen kriterlere göre, avukatın yüklendiği görevi mesleğin gerektirdiği bilgi ve donanımla, müvekkili ile arasındaki güven ilişkisini daima koruyup onun menfaatlerini önde tutarak dürüstlük ve onur içinde yerine getirmesi gereklidir.
24. Müvekkil, özen borcuna aykırı davranan avukata karşı tazminat davası açabilir. Ancak bu bir kusursuz sorumluluk hâli olmadığı gibi tazminata hükmedilebilmesi için sadece avukatın özen borcuna aykırı davranması, kusurlu olması da yeterliolmaycaktır. Müvekkilin bundan dolayı bir zarara uğraması ve kusurla zarar arasında bir illiyet bağı olması gereklidir.
25. Vekâlet ilişkinde özen borcu ve mesleğinin mahiyeti gereği avukat, hukuki yardım görevini yerine getirirken, öncelikle vekâlet konusu işle ilgili maddi ve usul hukukuna ilişkin hak düşürücü ve zamanaşımı gibi hak kaybı ya da o hakkın kullanılmasına engel olabilecek sürelerin olayda mevcut olup olmadığını incelemeli ve bunun sonucuna göre hareket etmelidir.
26. Ne var ki bu noktada şu husus gözden kaçırılmamalıdır; dosyayı iyi bilmemek ve dosyadaki hususları göz önüne almamak gibi bir kusuru olmadıkça avukat takdir ve yoruma bağlı sorunlardaki savunulabilir hukuki görüş tarzından, davanın yürütülmesindeki taktik ve psikolojik yanılgılarından sorumlu tutulmamalıdır (Haluk Tandoğan: Borçlar Hukuk Özel Borç İlişkileri, Ankara 1982, Cilt 2, s.233; Hukuk Genel Kurulunun 11.04.2007 tarihli, 2007/13-193 Esas, 2007/199 Karar sayılı kararı).
27. Somut olayda davacı 20.05.2004 yılında geçirdiği trafik kazası nedeniyle ilgililer hakkında açılacak hukuk davasının takibi için davalı avukata vekâlet vermiş, bu yargılamada maddi tazminat istemi yönünden ıslahla ileri sürülen talep, zamanaşımı süresi içerisinde ıslah yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Davacı eldeki davayla bu durumun avukatın özen borcuna aykırı, kusurlu eyleminden kaynaklandığını ileri sürerek zararının tazminini talep etmiştir. Mahkeme davalı avukatın kusurlu olduğu ve zarardan sorumlu tutulması gerektiğini kabul ederken Özel Daire zamanaşımının alacağın varlığını ortadan kaldırmadığını, sadece borçluya ödemekten kaçınma hakkı verdiğini, bu durumda da alacağın zamanaşımına uğramış olmasının avukatın kusuru olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.
28. Bu kabulün somut olaya uygun olup olmadığının belirlenmesi için öncelikle bir borcun zamanaşımına uğramasının anlam ve neticesinin ne olduğu üzerinde durulmalıdır.
29. Özel Hukukta teknik bir kavram olan “zamanaşımı” alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Türk Hukuk Lûgatında da “Yasanın belirlediği koşullar altında bir sürenin geçmesi üzerine bir hak kazanma ya da bir yükümden kurtulma yolu” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 1244).
30. Zamanaşımının etkisi; alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilâflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
31. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti tümüyle borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Bu suretle zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (obligatio naturalis) hâline gelmektedir.
32. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def’ide bulunması gerekir (Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli, 2020/(15)6-609 Esas, 2022/1424 Karar sayılı kararı).
33. Somut olayda davalı avukatın vekil olarak takip ettiği tazminat davasında ıslahla talep edilen maddi tazminat istemine karşı, davalı taraf zamanaşımı def’inde bulunmuş ve bu savunma yerinde görülerek ıslah edilen dava değeri reddedilmiştir. Bu ret kararının kesinleşmesiyle birlikte davacının, mahkemenin varlığını tespit ettiği bu alacağa kavuşamayacağı da belirgin hâle gelmiştir. Dolayısıyla alacağın ortadan kalkmadığı ve salt bu sebeple davalı avukatın kusurundan bahsedilemeyeceğine işaret eden bozma gerekçesi dosya kapsamına uygun düşmemekte, taraflar arasındaki ihtilafı çözememektedir.
34. Bu tespitten sonra, davalı avukatın ıslaha konu maddi tazminatın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinde kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi için takip edilen dava ile ilgili süreç ortaya konulmalıdır.
35. Vekâlet ilişkisine konu Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/152 Esas sayılı dosyasından; davacının 20.05.2004 tarihinde geçirdiği trafik kazasında dava dışı diğer iki kişiyle birlikte yaralandığı, davalı avukat eliyle tazminat davasının 12.04.2006 tarihinde açıldığı, söz konusu yargılamada davacının malûliyet oranının 24.09.2007 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu ile tespit edildiği, rapor taraflara tebliğ edilememiş ise de 19.02.2008 tarihli duruşmada okunarak taraf vekillerine celse arasında gelen rapora karşı beyanda bulunmak üzere süre verildiği ve bu suretle taraflarca öğrenildiği, hesap uzmanı bilirkişinin öncelikle dosyadaki bir kısım eksiklikler nedeniyle ön rapor verdiği, asıl raporun 04.11.2009 tarihinde tanzim edilerek iş göremezlik tazminatı miktarının hesaplandığı ve davalı avukatın 10.12.2009 tarihinde maddi tazminat talebini 17.689,15 TL yükselterek ıslah ettiği anlaşılmaktadır.
36. Mahkemece karşı tarafın ıslaha karşı süresinde ileri sürdüğü zamanaşımı def’i reddedilirken gerekçe olarak ceza zamanaşımı süresinin beş yıl olduğuna ve malûliyete ilişkin Adli Tıp Kurumu raporunun tanziminden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresinin de gerçekleştiğine dayanılmıştır.
37. Karar gerekçesi somut olayda da kaza tarihi itibarıyla uygulanması gereken 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102 nci maddesinde öngörülen zamanaşımı süresine (taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçu yönünden beş yıl) ve BK’nın 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki bir yıllık zamanaşımı süresine dayalıdır.
38. Bununla birlikte trafik kazalarından doğan tazminat davalarına ilişkin zamanaşımı süresi 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109 uncu maddesinde özel olarak düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasına göre “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar”.
39. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise “Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” şeklindeki düzenlemeye yer veren kanun koyucu Borçlar Kanunu’nun 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasına (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, m.72) koşut bir hüküm öngörülmüştür.
40. Gerek 2918 sayılı Kanun’un 109 uncu maddesi gerekse BK’nın 60 ıncı maddesine göre haksız eylemden doğan zararlar için açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı, zarar görenin “zararı” ve “tazminat yükümlüsünü” öğrendiği günden itibaren işlemeye başlar.
41. Somut olayda tazminat yükümlüsünün kim olduğu ile ilgili bir tereddüt bulunmamaktadır. Ne var ki aynı belirlilik zararı öğrenme anı için söz konusu değildir. Zira zamanaşımının başlangıcında esas alınan “zararı öğrenme” kavramından ne anlaşılması gerektiği hususu (bilhassa gelişen durumun söz konusu olmadığı hâllerde) uygulamada tartışma konusudur. Bir görüş bedensel zararlarda sürekli iş göremezliğe ilişkin kesin raporun aldığı ve bu suretle gerçek zararın ne olduğu tespit edilip zarar gören tarafından rapor içeriğinin öğrenilmesi ile zamanaşımı süresinin işlemeye başlayacağı yönündeyken, diğer bir görüş tazminat davalarında haksız eylemin aynı zamanda suç teşkil etmesi hâlinde kanun koyucunun bu eylemi ceza kanunlarında tabi kıldığı zamanaşımı süresi içerisinde tazminat isteminde bulunulması gerektiği, ceza zamanaşımının ise suç tarihinden başladığı, bu hâlde bedensel zarardan kaynaklanan hukuk davaları yönünden ceza hukukunda öngörülen zamanaşımı süresinin tazminat istemine konu olay tarihinden itibaren hesaplanması gerektiği yönündedir.
42. Bu açıklamalar ışığında Mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlık incelendiğinde; avukatın vekâlet görevinin ve mesleğinin mahiyeti gereği vekâleten yürüttüğü takip ve işler yönünden müvekkiline karşı en hafif kusurundan dahi sorumlu olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Ne var ki özen borcunun yerine getirilip getirilmediği yönündeki bir değerlendirmede vekilin edim sonucundan değil, edim fiilinden sorumlu olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Vekilin üstlendiği işi görürken gerekli özeni göstermesi gerekli ve yeterli olup sonucun vekâlet verenin istediği gibi olmaması vekâlet sözleşmesine aykırılık teşkil etmez. Dava konusu uyuşmazlıkta da davalı avukat iş göremezlik oranı ile ilgili kesin tespiti içeren Adli Tıp Kurumu raporundan sonra maddi tazminat talebini ıslah etmiştir. Ne var ki zararın öğrenilmesi anı ile ilgili olarak yukarıda değinilen farklı değerlendirmelerin varlığı, mahkemenin uzamış zamanaşımı süresini olay anından başlatan değerlendirmesi ve bu değerlendirmenin Özel Daire kararıyla yerinde görülmesi sonucu talep reddedilmiştir. Bu hâlde avukatın özen borcuna aykırı eyleminden ve bu eylem ile doğduğu iddia olunan zarar arasında illiyet bağının bulunduğundan bahsedilemez. Aksi yöndeki bir kabul hukuki değerlendirmedeki bu yorum farklılığının olumsuz neticelerinin avukata yüklenmesi sonucunu doğuracaktır.
43. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; kişilerin taraf olduğu hukuki iş ve işlemlerde, mevzuat hükümlerine ve içtihadî uygulamalara vakıf olmamalarından dolayı bir hak kaybına uğramamak için diploma ve ruhsatın varlığı şartına bağlı olan bir görevi ifa eden avukatlık mesleğinin desteğine ihtiyaç duyarak avukatlarıyla vekâlet sözleşmesi ilişkisine girdikleri, avukatların adaletin tesisi yolundaki görev paylaşımında en önemli rollerden birine sahip oldukları ve mesleklerinin bu yükü gereği üstlenmeyi kabul ettikleri iş hakkında yürürlükteki mevzuatı en iyi şekilde araştırıp bilgi sahibi olmak ve bu bilgiyi müvekkiline izah ederek yargılama sürecinde karşılaşılabilecek durumlarla ilgili müvekkilini aydınlatmak durumunda oldukları, bu bağlamda hukuki yardım görevini yerine getirirken avukatın öncelikle takip ettiği iş ile ilgili maddi ve usul hukukuna ilişkin hak düşürücü süreler, zamanaşımı süreleri gibi hak kaybı ya da hakkın kullanılmasına engel olabilecek durumlarla karşılaşma ihtimallerini göz önünde tutularak hareket etmesi gerektiği, dava konusu olayda zamanaşımından ret yönünde verilmiş ve onanarak kesinleşmiş bir mahkeme kararının söz konusu olduğu gözetildiğinde artık zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği konusunun tartışılamayacağı, tartışılması gereken hususun istenmeyen bu neticenin doğmasında avukatın kusurunun bulunup bulunmadığının tespitinden ibaret olduğu, bu kapsamda avukatın özen borcuna uygun davranıp davranmadığı yönünde yapılacak bir değerlendirmede, elde edilen sonuç değil takip edilen işle ilgili hukuki süreçte yapılan işlemlerin yerinde ve yeterli olup olmadığı hususu göz önünde bulundurulmalıysa da, somut olayda avukatın takip ettiği bedensel zarar nedeniyle tazminat hukuksal nedenine dayalı davada zamanaşımının olay tarihinden mi yoksa malûliyetin belirlenmesi anından mı başlatılacağı konusundaki hukuki görüş farklılıklarının varlığından haberdar olması ve müvekkilinin hak kaybına uğramaması için en emin yolu seçmesi gerektiği, oysa davalı avukatın bu riski göz ardı ettiği ve hatta tazminat davasında aleyhe çıkan kararı temyizinde zararı öğrenme anının olay tarihi olmadığı yönünde bir savunmada dahi bulunmadığı, direnme kararının bu nedenle usul ve yasaya uygun olduğu ve sair yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
44. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
10.05.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

“K A R Ş I O Y”

Dava, avukatın vekillik görevini gereği gibi ifa etmemesi nedeniyle zarara uğranıldığı iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Yürürlük tarihi itibarıyla somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 386 ve devam maddelerinde düzenlenen vekâlet sözleşmesi hükümlerine göre vekil, başkasının menfaatine ve iradesine uygun şekilde iş görme borcu üstlenen kişidir.
Vekâlet sözleşmesi, diğer iş görme sözleşmelerinde olduğu gibi ve hatta onlardan daha da geniş ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır ve vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, müvekkilin menfaatine ve iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanunu’un 390 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında vekilin müvekkile karşı vekâleti “hüsnü suretle” ifa ile yükümlü olduğu belirtilmiş olup buradaki “hüsnü suretle ifa” deyimini, söz konusu hükmün aslı olan İsviçre Borçlar Kanunu’nun 398 inci maddesi düzenlemesinde olduğu gibi “sadakat ve özen ile ifa” olarak anlamak gerekir.
Sadakat borcu kavramı vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tabi kılma yükümlülüğünü ifade eder.
Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur.
Vekil bu yükümlülüklerini gereği gibi, başka bir anlatımla müvekkilin menfaatine en uygun sonuca erişmek için özenle faaliyette bulunarak ifa ettiği takdirde, eser sözleşmelerinden farklı olarak, sonucun buna rağmen elde edilememesinden sorumlu olmayacaktır.
Borçlar Kanunu vekilin bu yöndeki sorumluluğunu genel olarak hizmet sözleşmelerinde işçinin sorumluluğuna ait hükümlere (m.321/I-II) tâbi tutmuştur. Bu nedenledir ki vekâlet sözleşmelerinde vekil en hafif kusurundan dahi sorumludur.
Dava konusu olayda taraflar arasında yalnızca borçlar hukuku hükümlerine tabi bir vekâlet ilişkisi değil, daha özel düzenleme içeren 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nu da ilgilendiren bir “avukatlık sözleşmesi”nden doğan vekâlet ilişkisi mevcuttur.
Avukatlık sözleşmeleri de vekâlet sözleşmelerinin bir görünümü olmakla birlikte avukatların bu sözleşme ile yükümlendiği özen borcu genel bir vekâlet sözleşmesi için Borçlar Kanunu’nun öngördüğü vekilin özen borcuna göre daha ağır ve kapsamlıdır.
Nitekim 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 34 üncü maddesindeki “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” şeklindeki düzenleme de avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle öngörülmüştür.
İfa edilebilmesi diploma ve ruhsatın varlığı şartına bağlı olan doktorluk, avukatlık gibi mesleklerde Devletin aradığı bu şartlar, özel hukuka yansıyan bir garanti niteliği taşıdığından, vekilin sorumluluğuna ilişkin olarak atıf yapılan işçilerin hizmet sözleşmesindeki sorumluluklarından farklı olarak, bu meslek erbabının bilgi ve yeteneklerindeki müvekkilce farkına varılması gerekli eksiklikleri ileri sürerek sorumluluktan kurtulması mümkün değildir (Hukuk Genel Kurulunun 13.06.2019 tarihli, 2017/13-561 Esas, 2019/655 Karar sayılı kararı).
Kişi, hak arama yolunda başvuracağı hukuki iş ve işlemlerde, hukuku yani mevzuat hükümlerini ve içtihadî uygulamaları bilmemesi nedeniyle bir hak kaybına uğramamak için bir vekil eliyle hukuki sürecin yürütülmesi yoluna başvurur. Amaç, bu konuda uzman olan avukat eliyle profesyonel desteği sağlamaktır.
Avukatlar meslekleri gereği yürürlükteki mevzuatı en üst düzeyde bilmekle yükümlü oldukları gibi hukukun yürürlük kaynakları olan yüksek mahkeme içtihatlarını da özenle ifa borcu çerçevesinde inceleyip araştırmak durumundadır.
Vekâlet sözleşmesinin mahiyeti gereği en hafif kusurundan bile sorumlu olduğundan avukatın müvekkilinin zarar görmemesi için yalnız meslekî değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermesi gerekir. Bu sebeple hekim, avukat gibi mesleğini profesyonel olarak yürüten vekillerin, ufak bir tereddüt gösteren durumlarda da, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler. Bu bağlamda, çeşitli ihtimaller arasında seçim yaparken, olayın özelliklerini göz önünde tutmalı, müvekkilini gereksiz risk altına sokmamak için en emin yolu tercih etmelidirler.
Hukuk Genel Kurulunun 01.12.2022 tarihli, 2021/(13)3-422 Esas, 2022/1651 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; avukat hukuki yardım görevini yerine getirirken öncelikle takip ettiği iş ile ilgili maddi ve usul hukukuna ilişkin hak düşürücü süreler, zamanaşımı süreleri gibi hak kaybı ya da hakkın kullanılmasına engel olabilecek sürelerin olayda mevcut olup olmadığını incelemeli ve buna göre yol haritasını çizerek müvekkilini de bu konuda aydınlatmalıdır.
Somut olayda davalı avukat, 20.05.2004 tarihinde gerçekleşen trafik kazası nedeniyle davacı adına vekâleti 01.03.2006 tarihinde almış, maddi manevi tazminat davasını 12.04.2006 tarihinde ve maddi tazminat istemi yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak 2.000,00 TL taleple açmıştır. Davacının malûliyet durumu Adli Tıp Kurumunun 24.09.2007 tarihli raporuyla belirlenmiş, ıslah 04.11.2009 tarihli hesap bilirkişisi raporunun dosyaya sunulmasından sonra 10.12.2009 tarihli dilekçe ile gerçekleştirilmiştir.
Karşı tarafın zamanaşımı def’i mahkemece kaza tarihi itibarıyla uygulanması gereken 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102 nci maddesinde öngörülen beş yıllık zamanaşımı süresinin ıslah tarihinde gerçekleşmiş olması nedeniyle haklı görülmüş ve ıslahla ileri sürülen 17.689,15 TL tutarındaki maddi tazminat istemi yönünden dava reddedilmiş, üstelik reddedilen kısım üzerinden müvekkili aleyhine karşı yan vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Bu karar davalı avukat tarafından temyiz edilmiş ise de Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir.
Sayın çoğunluk söz konusu davada gerçek zararın ancak Adli Tıp Kurumunca malûliyetin belirlenmesi ve bu durumun avukat tarafından öğrenilmesiyle başlayacağı, bu görüş esas alınacak olur ise Karayolları Trafik Kanunu’nun 109 uncu maddesinde öngörülen iki yıllık zamanaşımının ıslah anı itibarıyla dolmamış olacağı, yargı merciileriyle aralarındaki hukuki yorum farklılığından dolayı davanın reddedilmesinde avukatın özen borcuna aykırı davrandığından ve kusurunun bulunduğundan söz edilemeyeceği görüşüne dayanmıştır.
Ne var ki bu yaklaşım kanımızca doğru olmayacaktır zira ortada temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiş bir mahkeme kararı varken tekrar bu davayla ilgili zamanaşımının dolup dolmadığı konusunda bir değerlendirme yapılamaz.
Üstelik; elbette avukatın özen borcuna uygun davranıp davranmadığının tayininde takip edilen işle ilgili hukuki süreçte yapılan işlemlerin yerinde ve yeterli olup olmadığı hususu göz önünde bulundurulmalıysa da, somut olayda avukat zamanaşımının olay tarihinden mi yoksa malûliyetin belirlenmesi anından mı başlatılacağı konusunda hukuki görüş farklılıkları bulunduğu düşüncesinde dahi olsa, o tarihteki yerleşik farklı içtihatlardan (örneğin Hukuk Genel Kurulunun Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin Karayolları Trafik Kanunu’nun 109 uncu maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin tatbikinde olay anının esas alınması gerektiğine ilişkin uygulamasını yerinde bulan 16.04.2008 tarihli, 2008/4-326 Esas, 2008/325 Karar sayılı kararı) haberdar olması gereken ve bu doğrultuda müvekkilinin hak kaybına uğramaması için en emin yolu seçmek zorunda olan kişidir.
Böyle bir durumda da konuyla ilgili müvekkilini aydınlatarak hak kaybına uğramayacak şekilde hareket etmesi gerekirken, bu öngörüde bulunamamış bir vekilin maddi tazminat talebinin zamanaşımına uğramasında kusurunun olmadığını kabul etmek, vekâlet sözleşmelerine esas olan “en hafif kusurdan dahi sorumlu olma” esasıyla da bağdaşmaz.
Esasa doğrudan bir etkisi bulunmamakla beraber yargılama sürecindeki durumu net olarak ortaya koyabilmek için belirtilmedir ki; davalı avukat tazminat dosyasında ıslahla talep edilen bedelin zamanaşımına uğramadığı yönündeki savunmasında gerçek zararı malûliyet anına kadar öğrenmedikleri iddiasına dahi dayanmış değildir.
Hâl böyle olunca somut olayda davalı avukatın özen yükümlülüğüne aykırı davranarak müvekkilinin zarara uğramasına neden olduğu, bu nedenle aynı gerekçeyle verilen direnme kararı uygun olduğundan hükmedilen miktara ilişkin temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun değişik bozma görüşüne iştirak etmem mümkün olmamıştır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu